İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂGAT:
Nükte: İnce manalı söz, anlaşılan manada.
Belâgat: Yerinde uygun söz söyleme sanatı.
Kur’ân insanların nazarına İlâhî sanatın dokumalarını açar gösterir.
Meselâ: De ki: “Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbir ve idare eden?” Onlar diyecekler ki, “Allah’tır” Öyleyse, “Hâlâ O’na ortak koşmaktan korkmaz mısınız?” de. –İşte hak olan Rabbiniz Allah O’dur. (Yunus Sûresi. 31-32)
İşte başta der. Sema ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi hazırlayıp, oradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki itaatkâr hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür O’na mahsustur.
İkinci fıkrada der ki: Sizin azalarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın maliki (sahibi) kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif kıymettar göz ve kulağı veren ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden O’dur. Bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab (terbiye eden) O’dur. Mabud da (kendisine ibadet edilen) O olabilir.
Üçüncü fıkrada der. Ölmüş yeri ihya (diriltip) edip yüz binler ölmüş taifeleri dirilten kimdir? Hak’tan başka ve bütün kâinatın Yaratıcısından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar. O ihya eder, diriltir. Madem Hak’tır.
Hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübraya gönderecektir. Yeryüzünü dirilttiği gibi sizi de diriltecektir.
Dördüncü fıkrada der: Bu büyük kâinatı bir nizamla kâinat idare edip tedbirini gösteren, Allah’tan başka kim olabilir? Madem Allah’tan başka olmaz, koca kâinatı bütün ecramıyla (yıldızlarıyla) gayet kolay idare eden kudret o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiçbir şerik ve ortaklığa, yardıma ihtiyacı olmaz.
Koca kâinatı idare eden küçük mahlûkatı başka ellere bırakmaz.
Demek ister istemez “Allah” diyeceksiniz.