Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 9 gün önce Almanya seyahati dönüşü “Cumhurbaşkanı seçimi için zorunlu olan 50+1 kuralının değişmesi gerektiğini” söylerken, 50+1 mecburiyetinin partileri yanlış yollara sevk ettiğini, kimin eli kimin cebinde belli olmadığını söylemişti. Değişmesinin “isabetli” olacağını da ifade etmişti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise, 50+1’in devamından yana olduklarını “Cumhurbaşkanı’nın yüzde 50+1 oyla seçilmesi sistemin temelidir, bu konuda fikrimiz değişmedi” diyerek adeta Erdoğan’ı veto etmişti. Erdoğan bu teklifini bir daha ağzına almadı. Bu teklif ortaya atılınca “gündem değiştirme” amaçlı olduğu söylenmişti.
Erdoğan ile Bahçeli arasındaki görüş ayrılığına konu olan 50+1 meselesi ile ilgili AKP’nin anayasa değişikliği çalışmasının da olmadığı söyleniyor.
İki lider karşılıklı bu restleşmeden sonra iki sefer görüşecekleri söylemesine rağmen “yoğun gündem” sebebiyle ertelendi. Hafta içinde Saray’da bir araya gelip bir saat görüştüler ama konunun gündeme gelip gelmediği açıklanmadı.
Hani değişiklik isabetliydi, partileri yanlış yollara sevk ediyordu? Peki, ne değişti?
Esas soru da şu: Bu konuda kazanan kim oldu?
***
Güçlü meclis mi, yoksa…
AKP ve MHP 50+1 konusunu şimdilik kapatsa da Meclis’te bu konu tartışılmaya devam ediyor.
Saadet/Gelecek Grubu Başkanvekili İsa Mesih Şahin, konunun gündeme getirilişine ilginç bir yorum getiriyor. Cumhurbaşkanının, “benden sonra bu yetkiler nasıl kullanılacak’ diye bir dert ortaya koyduğunu söylerken, meselenin 50+1’le sınırlı olmadığını da şu sözlerle anlatıyor:
“Cumhurbaşkanının ölçüsüz, kontrolsüz yetkileri önemli bir sorundur, yine bütün kurumların Cumhurbaşkanının yetkisi kapsamında olması, Meclisin denetim işlevinin tamamen yitirilmesi, güçsüz Meclisin ortaya çıkarılmasıdır. Kuvvetler ayrılığı mı, kuvvetler birliği mi; partili cumhurbaşkanı mı, partisiz cumhurbaşkanı mı; güçlü, denetleyen bir Meclis mi, yoksa yürütmenin emrinde olan bir Meclis mi? Bizim sorgulamamız ve sistem üzerinde masaya yatırmamız gereken konular bunlardır. Bir sistem tartışması olacaksa Türkiye’de, yine milletin seçtiği, güçlü başbakanın olduğu güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız ama mevcut sistem devam edecekse de, partisiz Cumhurbaşkanı, güçlü Meclis, kararnamelerin gözden geçirildiği daha güçlü bir sistemden yani revizyona sokulmuş bir sistemden bahsedebiliriz…”
Hep dediğimiz gibi, esas olan istişarenin daha güçlü olduğu sisteme geçmektir. Yoksa “revizyon yapalım” demek topu taca atmaktır. Türkiye bu sistemle gidemez, gitmemeli…
***
Ne derse o…
Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar vardı. Bu sistemde sadece birisi var. Başbakanlık kalktı, bakanlar kabine üyesi oldu. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kabine üyelerine neredeyse eş konumda olan kurullar var. Meclis güçsüzleşince denge denetleme azaldı. Kuvvetler ayrılığı (yasama, yürütme, yargı) ilkesi zedelendi.
Yeni sistemde tek kişinin dediği oluyor. Böyle olunca da milletin birçok meselesi bir kişinin iki dudağı arasında çıkan söze göre düzeliyor, ya da düzelmiyor. Mesela, bütün emeklilere 5 bin lira verilmesi meselesini Erdoğan açıklıyor. Peşinden ilgili bakan Cumhurbaşkanına teşekkür ediyor.
Önceden bakanların çözdüğü bir mesele Cumhurbaşkanı’na ulaşılmadan çözülmüyor. Peki ya ulaşamayanlar?
Ulaşanların sorunu çözülüp, ulaşılamayanların sorunu çözülmezse de haksız oluyor, kişilerin hukuku çiğnemiş oluyor.
***
“Anlaşılan ulaşamıyorlar”
SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu Cumhurbaşkanına ulaşamayanlara örnek veriyor: “KHK mağdurları anlaşılan Cumhurbaşkanına ulaşamıyor. Biz bir defa daha Sayın Cumhurbaşkanına ulaştırıyoruz. Beraat ettiği halde işine dönemeyen binlerce mağdur insanımız neden bu durumda?”
Bakalım, Karamollaoğlu’nun bu sesi ulaşacak mı?