UNESCO Genel Konferansı 1991 yılında gerçekleştirdiği 26. Oturum’da 3 Mayıs’ın Dünya Basın Hürriyeti Günü ilân edilmesine yönelik bir tavsiye kararı almış, BM Genel Kurulu da buna isnaden 3 Mayıs’ı Dünya Basın Hürriyeti Günü ilân etmişti. Ancak bu karar, gazetecilerin hapse atılmasına, öldürülmesine, baskı yapılmasına engel olamadı.
Bugün terör devleti İsrail, 7 Ekim’den bu yana tutukladığı 177 Filistinli gazeteciden 49’unu hapiste tutmaya devam ediyor.
Ülkemizde de uygulanan politikalarda da basın hürriyeti yok edildi. Uzunca bir süredir günün anlamına uygun düşen bir ortam olmadığı için ne kutlanıyor ne de basın hürriyetinden söz edilebiliyor. Gazeteciler için son derece anlamlı olan bu günü “bazı” basın örgütleri haricinde kutlayan kalmadı. Basın hürriyeti ihlalleri az da olsa dile getiriliyor ama ihlâller artarak devam ediyor.
Türkiye’nin basın hürriyeti konusunda içinde bulunduğu durum istatistiklere de yansımış durumda.
Türkiye 180 ülke arasında Dünya Basın Hürriyeti Endeksi’nde 2002 yılında 99. sırada iken 2024’te 159’inci sıraya geriledi. “Çok ciddi” kategorisinde kaldı. Bu da basın hürriyeti karnemizin çok zayıf olduğunu gösteriyor. Endeksin son sıralarında ise Çin 178, Kuzey Kore 179, Eritre 180’nci sırada alıyor.
Televizyonları “terbiye” için RTÜK, gazeteleri “terbiye” için Basın İlân Kurumu, gazetecileri “terbiye” için ise Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının olduğu; gazeteler ve gazeteciler arasında akreditasyonun (ayrımcılık) devam ettiği bir ortamda “basın hürriyeti”nden bahsetmek mümkün değil. Çünkü, bütün bunlar gazetecilerin görevini engelleyen uygulamalar olduğu için halkın haber alma hakkını engelliyor.
***
ALTI SENEDİR BASIN KARTLARI YENİLENMİYOR
20 yıl basın kartı taşıyanlara komisyon kararıyla verilen sürekli basın kartlarının hukuksuz bir şekilde yenilenmemesi haber alma hakkının engellenmesi anlamına geliyor. Demokrasilerde basın dördüncü kuvvet olması gerekirken esamisi bile okunmuyor. Oysa, basın hür olmadıkça tam demokrasiden ve hürriyetlerden bahsetmek mümkün değil. Bütün bunlara rağmen ülkeyi yönetenlerin, cumhuriyet tarihinin basınının “en hür dönemi”ni yaşadığını söylemesi garip kaçıyor.
Yıllar önce gazeteciler arasında bir ayrım yapıldığında, programı takip edebilen gazeteciler diğer arkadaşları programa alınmadığı için tepki gösterir, programı terk ederlerdi. Şimdilerde meslekî dayanışmanın kalmaması da basın hürriyetin kafalarda olmadığının da bir göstergesi oluyor.
Basın örgütlerinin gün dolayısıyla yaptığı açıklamalarda, 2019 yılından bu yana binlerce gazetecinin basın kartının yenilenmemesini gündeme getirmemeleri ve bu konuda CİB nezdinde bir girişimde bulunmamaları da işin en acı taraflardan birisi oluyor.
2022’de iktidar bir “medya açılımı” yapmış, basına yönelik ayrımcılık içeren akreditasyon uygulamasını kaldırmak(!) adına “Türkiye Yüzyılı” toplantısına “bazı muhalif” gazetecileri çağırmış, bunun adına da “açılım” denilmişti. “Muhalif” dedikleri bazı gazetecileri davet etmişler ama “misafir basın mensubu” diyerek ayrı bir yer ayrılması iktidarın medyaya bakışının özeti olmuştu. Zaten o tarihten sonra bu “açılım”a devam edemediler.
***
BASIN HÜRRİYETİ Mİ DEDİNİZ!
Ekonomik nedenlerle kapanan gazeteler, kararan ekranlar, binlerce işsiz gazetecinin olduğu, akreditasyon ayıbından tutun da, Basın İlân Kurumunun “bazı gazeteler”e uyguladığı ilân kesme cezası ya da sınırsız olarak ilân kesme cezasına kadar medya üzerindeki baskılar olduğu sürece de basın hürriyetinden söz edilemez.
Diğer yandan geçtiğimiz yıllarda yapılan araştırmalara göre, her 5 vatandaştan 3’ü ülkemizde basın hürriyetinin olmadığını ve her 5 vatandaştan 3’ünün medyadaki haberlere güvenmediği ortaya çıkmış olması hem ülke hem de medya adına utanılacak bir durum. Bunu “ayıp” olarak görmemek ise daha çok unutulacak bir hâl...
Özetle, Dünya Basın Hürriyeti gününde Türkiye’de basının hür olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil.