Seçime bir hafta kala Millet ve Cumhur ittifakının İstanbul Büyükşehir belediye Başkanı adaylarının 3 saat süren canlı yayın buluşmasının yankıları da devam ediyor. Yapılan anketlerde de görüldü ki, tartışmanın bir kazananı yok. Kazanılan böyle bir geleneğin 17 yıl sonra tekrar başlaması oldu.

Tartışma öncesi sanki boks maçı yapılacak havası verilirken, tartışmanın (birkaç bölüm hariç) genellikle seviyeli ve olgun bir havada geçmesi aslında gelecek açısından ümit verdi. Yani, kimse beklediğini bulamadı, ama sonuçları itibariyle memnuniyet meydana getirdi.

Burada bir not aktarmadan geçmeyelim. İktidara yakın anket şirketleri tartışmanın galibinin Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu olduğunu anket neticeleriyle ortaya koydu. (Gerçi sonrasında AKP bu şirketin partiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını açıkladı!)

31 Mart seçimi öncesi İstanbul’un bütün ilçelerinde günde 6-7 miting yapan Erdoğan’ın bu seçimde strateji değişikliğine gittiği görüldü. Canlı yayın tartışmasından beklediğini bulamamış olacak ki, yine seçim sürecine sert ifadelerle müdahil oldu.

Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı Bahçeli ise 5 Mayıs’ta İstanbul’a mitil atacağını söylemesine rağmen meydanlarda görülmezken, salon buluşmalarıyla adaylarına destek oldu. Büyük bir araç konvoyuyla ve mehter marşıyla seçime bir gün kala geldiği İstanbul’a 1-2 gün kaldıktan sonra sessiz-sedasız Ankara’ya döndü.

Aslında 31 Mart öncesi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dilin zararlı olduğunu gören siyasetçilerin seçimin tekrarlanacağı güne kadar bu dili terk etmesi millet tarafından memnuniyetle karşılanmıştı. Ancak seçime günler kala tekrar bu ötekileştirici dilin kullanılması bunun “konjonktür ve strateji gereği” olduğunu ve siyasetçilerin bu dilden beslenmeye devam edeceklerini gösterdi.

Meselâ, canlı yayından sonra Erdoğan’ın, “Böyle bir kişi benim milletimden, başta Ordu valimizden, özür dilemedikçe böyle bir adaylığa lâyık olmak, böyle bir makama gelemez” diye konuşması karşılıklı atışmalara ve eskiye dönülmesine sebep oldu.

Siyasetçiler geçmişte bu ve benzeri dili rakibine hatta bazen millete karşı hem de daha fazlasını kullanmışlardı. Eğer bu tür ifadeler sonrasında, “makamlara gelinemeyecekse” şu anda yüksek makamlarda olanların hiçbirinin o makamlarda olmaması gerekirdi.

Siyasetçiler özür dilemeyi öğrendiği vakit işte o zaman demokrasi daha da gelişecektir. Siyasetçiler artık millete örnek olduklarını unutmayıp konuştuklarına dikkat etmeleri de gerekiyor…

YANLIŞA DOĞRU MU DİYECEĞİZ

Meydanlara çıkmayacağı söylenen AKP Lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki akşam canlı yayında, “Benim belediye başkanlığım nasıl düştüyse onunki de düşer. Ben yaşadım çünkü. Cezası belli bir süreyi aşarsa başkanlığı düşecektir” diye bir söz sarfetti.

Buradan iki sonuç çıkar. Birincisi İmamoğlu’nun belediye başkanlığını kabul etmiş olur. İkincisi de… neyse biz söylemeyelim bir dönem çok yakın çalışma arkadaşı gazeteci-yazar Akif Beki söylesin: “İyi de sizinki düştüğünde ayağa kalkmıştık yanlış diye, buna doğru mu diyeceğiz… ‘Şiir okumadı küfretti İmamoğlu, aynı şey mi’ diyenlere... O sözü ettiyse bile, daha kötüsünü vatandaşa söyleyen atanmış valinin valiliği düştü mü ki bu yüzden seçilmiş kişinin başkanlığı düşsün, insaf!”

Bu söz üzerine daha ne denilebilir ki. Yanlış yanlıştır, yanlış hiçbir zaman doğru olmaz…

HEM OYUNA TALİP OL, HEM…

Yenilenecek İstanbul seçimlerinde yalnızca iki aday ön plâna çıksa da aslında 4 aday yarışacak. Bunlara ek olarak bağımsızlar da var. AKP, Saadet Partisi’nin oylarına talip olsa da, bunu değişik vesilelerle üst perdeden ifade etse de seçimde 103 binden fazla oy alan SP seçmeninin oyunun rengini değiştirmeyeceği öngörülüyor.

Bir taraftan SP’nin oylarına talip olanların, diğer taraftan adayın iki oğlunu işten çıkarması seçmeni daha da kemikleştirmişe benziyor. Böyle bir şeyin olmadığı söylense de SP adayı Necdet Gökçınar kendisi bunu açıkladı. Bu durumda SP adayının daha fazla oy olacağını söyleyenler de var, oyların Millet İttifakı’nın adayına gideceğini söyleyenler de…