Bu yazıyı kaç gündür yazacaktım, meşguliyetlerimden dolayı şu ana sarktı. Bunu yazmaya başladığım gün de günlük sıralı okumamdan giderken, Hucumat-ı Sitte’de Dördüncü Desise-i Şeytaniye ve Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı’nın Dördüncü İşaret’i denk geldi. Bu yazı adeta, menfi milliyetçiliği mevzu edinen bu iki bahsi okuyacağım güne tevafuk etmeyi bekledi. Üstad Hazretleri’nin de bu nevi olayları tevafuk nevinden gördüğü ve tevafukatın da izhar edilmesi lüzumuna işaret ettiği için yazma ihtiyacı duydum. Hata-kusur ettiysem özür dilerim.
Evvelâ milliyetçilikten kasıt, halk arasında ilk anlaşılan (menfi milliyetçilik) manasındadır. Evet; bir Nurcu, asla milliyetçi olamaz. Eğer milliyetçi ise; ya eski alışkanlıklarını bırakamamıştır veyahut Üstad Bediüzzaman’ın bazı siyasî prensiplerini farkında olmadan gözden kaçırmıştır. Bir Nur Talebesi’nin milliyetçi olamayacağının sebepleri şunlardır:
1. Milliyetçilik neticede bir ideoloji olduğundan, ideolojinin ruhunda da devlet aygıtını ele geçirme olduğundan, Nurculukla asla bir araya gelemez. Risale-i Nur insan merkezli bir harekettir; devleti, siyaseti, yönetimi değil ferdi kazanmak esastır. En üst kademeler ele geçirilse dahi o yolla İslâmî hizmet yapmak imkânsızdır.
2. Milliyetçi düşüncede devletin bekası, Risale-i Nur hareketinde adaletin bekası esastır. Milliyetçilik, devletin o anki menfaati için şahısların haklarının yenmesine ve bu hak yemelerin de saklanmasında bir beis görmemiştir ve görmemektedir ve görmeyecektir. Tarih de buna şahittir. Tarihten ders alınmadığı için aslında —bir kıyamet kopmazsa— istikbal de buna şahittir.
3. Milliyetçi düşünceye göre farklı milletler, milliyetler kanunen bile ikinci sınıf olmalıdır. Halbuki Risale-i Nur düşüncesinde bir ülkede hiç kimse milliyetinden dolayı aşağı olamaz. Gayrimüslim bir vatandaş vali bile olabilir. Okullardaki öğretimde dahi farklı milletler için, Üstad’ın ifadesiyle ‘lisan-ı maderzad’ (ana dil) makbul olanıdır. Aynı Üstad, 1915 olayları esnasında Ermenilerin masum çocuklarını katliâmdan kurtarmıştır.
4. Ülkemizde milliyetçiliğin hüsn-ü zannı da sadece kendi milletine mahsustur. Tarihte, hatta yakın tarihte ülkemizde yapılan katliâmlarda ölen siviller Türk ise bu hadiselerden destan (15 Temmuz Hadisesi) çıkarılırken; gayr-i Türk olan insanların yaşadıkları katliâmlar veyahut her türlü zulüm ya Uludere Katliâmı’ndaki gibi görmezden gelinmekte ya Dersim Katliâmı’ndaki gibi katliâmı hak etmeyen bir sebepten dahi insanların katliâmı hak ettikleri düşünülmektedir. Neticede zulme rıza zulüm olduğu için bir Risale-i Nur Talebesi, tarihî ve hatta güncel olaylara dahi milliyetçiliğin perspektifiyle baktığında hakkaniyetini kaybedecektir.
5. Risale-i Nur hareketi, şahıs eksenli bir hareket değildir. Tabiatıyla bir insan gerçek bir Risale-i Nur Talebesi olacaksa, bu dâvâda da herhangi kişiye değil Risale-i Nurlar’a, şahs-ı maneviye bağlanacaktır. Aynı kişinin kendi dâvâsında dahi fani kişilere bağlanamazken; başka bir dâvâda, direkt fani bir kula dayandırılan öğretileri benimsemesi çok acayip bir çelişki ortaya çıkaracaktır.