27 Haziran 2013, Perşembe
Birçoğumuzun bildiği tarihî bir vak’a vardır. Ankara Savaşından sonra Yıldırım Bâyezîd Timur’a esir düşer.
Timur, Yıldırım Bâyezîd’i esir aldıktan sonra kesinlikle ona kötü muamele yapmaz. Çünkü Timur’un Yıldırım Bâyezîd’i öldürmesi veya ona kötü muamele yapması ona bir şey kazandırmayacaktır. Bilir ki, nasılsa Yıldırım elinde olduğu müddetçe Osmanlı Devleti’nin toparlanması mümkün olmayacaktır. Timur, Yıldırım Bâyezîd’e kötü davranmaz, hatta av partilerine ve bazı yerlere onu beraberinde götürür. Aralarında kendiliğinden bir dostluk oluşur. Bir gün Yıldırım Bâyezîd, Timur’a der ki: “İki ordu da denk güçte idi, fakat nasıl oldu da sen bizi yendin?” Timur gülümser ve der ki: “Yıldırım işaret parmağını ağzıma koy,” Yıldırım da işaret parmağını Timur’un ağzına sokar. Sonra Timur kendi parmağını Yıldırım Bâyezîd’in ağzına sokarak der ki: “Yıldırım ısır.” İkisi de birbirlerinin parmağını ısırmaya başlarlar. Bir müddet sonra Yıldırım Bâyezîd dayanamaz ve bırakır. Timur sorar: “Neden bıraktın?” Yıldırım: “Dayanacak gücüm kalmadı.” Timur gülümseyerek der ki: “İşte, az daha sabretseydin ben pes edecektim. Savaş alanında da aynı şekilde az daha gayret etseydin sen kazanacaktın” der. Bizler de günlük hayatımızda birçok işe başlarız ve hevesimiz geçince bırakırız. Belki biraz daha gayret ve sabretsek kaybettiğimiz birçok mücadeleyi kazanırız. Zaten birçok gayretimiz biraz daha gayret etmediğimiz için başarısızlıkla sonuçlanmıyor mu?
Her insan dünyaya sınırsız kabiliyetlerle donatılmış olarak gönderilir. Fakat bu istidâtlar her zaman ortaya çıkma fırsatı bulamayabiliyor. Bu kabiliyetlerin ortaya çıkması için bazen kişinin kendi cevherini keşfetmesi, bazen de başkalarının keşfetmesi ile mümkün olabilir. Hepimiz biliriz ki kimi cevherler, madenler toprağın bir metre altındayken kimisi de toprağın yüzlerce metre altında olabilir. Tabiî olarak zemine yakın cevherlerin keşfedilme şansı yüksektir, diğerleri ise zordur. Cevherlerin keşif sürecinde en büyük iş aileye, çevreye ve eğitimcilere düşmektedir. Tabiî ki, kişinin ferdî çabası da mühimdir. Yani, şahsın hangi kabiliyetlere sahip, hangi san’atlara mâil ve nelere temâyüllü olduğu tesbitinin doğru yapılması gerekir. Albert Einsten’in güzel bir sözü var:
“Aslında herkes dâhidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma kabiliyetine göre yargılarsanız, bütün hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.”
İnsanlara temel eğitim verilirken onun istidâtları keşfedilmelidir. Kabiliyetleri yanlış tesbit edilmiş insan, “hayatı boyunca ağaca tırmanmaya çalışan bir balık” gibi devamlı kendisi ile mücadele edecektir. Bu konuda aldığı her mağlûbiyette ayrıca psikolojisi bozulacaktır ve kendine itimadı kayba uğrayacaktır. Mevcudiyetini keşfetme süresinde en büyük iş ferdin kendisine düşmektedir. Asırlar önce Yunus Emre’nin dediği gibi;
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.”
Her insan kendini bilmekle işe başlamalıdır. İnsanın içindeki cevheri doğru tesbit ederse / edilirse mücevhere dönüşecektir. Aksi takdirde insan kendini bilmezse, Yunus Emre’nin dediği gibi “Bu nasıl okumaktır.” İnsan kendi kabiliyetlerini bilerek hedeflerini seçecek ve buna göre emek sarf edecektir. Tabiî, sadece kabiliyet tek başına yeterli değildir. Nasıl ki, tabiatta bulunan hammaddeler işlenmedikleri müddetçe bir işe yaramadıkları gibi istidâtlar da tek başına kâfi gelmeyecektir.
Her şeyden önce insanın kabiliyetlerine göre kendini inşa etmesi için çalışma, azim ve istikrarı şarttır. Bu konuda Thomas Edison “Dehanın yüzde biri ilham, yüzde doksan dokuzu terdir“ demiştir. İnsan önce kendini tanıyacak ve kendi kabiliyet ve temâyüllerine göre bir alan seçtikten sonra o konuda çalışacak. Çalışmadan, kafa yormadan, mücadele etmeden ve çile çekmeden istidâtların eğitilmesi düşünülemez. Dünyanın en kabiliyetli insanı olsak bile gayret etmedikten sonra bir başarı elde edemeyiz.
Lise yıllarımdayken çok sevdiğim bir basketbolcu vardı. Adı Tyrone Çurtis Bogues. Bu basketbolcuyu sevmemin en mühim sebebi boyunun 1.60 olmasına rağmen NBA’da oynayabilecek oyun kalitesini tutturmuş olmasıdır. NBA’da belki ondan daha kaliteli oyuncular da vardı. Ama o boya rağmen 14 sezon NBA’da oynayabilmesi bence harika bir vakıadır. Basketbol gibi boy uzunluğunun ehemmiyetli olduğu bir oyunda ve NBA’da bu kadar büyük bir başarıyı yakalayan bir insanda çok yüce bir ruh ve ideal vardır. Bir insan bu boyuyla bu başarıyı yakalayabiliyorsa istek ve istikrarı olan her insan her işi başarır demektir. Bu yüzden Bogues, başarı noktasında her zaman bana ilham kaynağı olmuştur.
Birçoğumuz en ufak bir mani karşısında hemen mücadeleyi bırakıyoruz. Timur’un dediği gibi az daha gayret ve sabır etmediğimiz için “mücadele alanlarından mağlûp ayrılıyoruz. 160 cm’lik bir insan NBA’da 14 sezon oynayabiliyorsa ve Çiçero gibi çocukluğunda kekeme olan bir insan dünyanın en önemli hatibi olabiliyorsa bizlerin oturup başarısızlık sebeplerimizi düşünmemiz gerekiyor. Doğarken bize verilen cevheri ne kadar yontarsak o kadar başarılı oluruz.
Okunma Sayısı: 5602
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.