03 Ekim 2013, Perşembe
Yaklaşık 3 aylık bir yaz tatilinden sonra okulların kapıları açıldı. Okulların kapıları açılırken birçok problemin de kapısı otomatik olarak açılmış oluyor. Geçen dönemden kalan serbest kıyafet, alan değişikliği, 4+4+4’ten kalan noksanlar ve bunun gibi birçok mesele geçen seneden bu döneme miras kaldı. Her ne kadar bu meseleler halledilmese de eğitim ağır aksak devam etti. Muhtemelen bu sene de bu ve benzeri problemler devam edecek. Tabiî eğitim de devam edecek. Gerek eğitimciler, gerek veliler ve gerekse öğrenciler bu şekilde bir eğitim sistemine alışmış durumdalar.
Eğitimin farklı noktalarındaki farklı rollerde bulunan herkes, kendine göre bu hâle göre yol haritası çizmiş durumda. Bu noktada en telâşlı kesim, bu işin hem maddî hem manevî yükünü çeken velilerdir. Öğrencilerinin bir nevî tabiî danışmanı durumunda olan veliler her değişiklikte biraz daha fazla kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Bir çeşit meselelerin eve yansıyan yüzü ile veliler muhatap olmak zorunda kalıyorlar. Acaba, kıyafet serbestliği geldi mi? Geldiyse ne yapmalıyım, gelmediyse ne yapmalıyım? Çocuğumu hangi okula kaydetmeliyim? Falanca okula kaydedebilir miyim? Çocuğumun kayıt yaşı geldi mi? gibi birçok soru velilerin kafasında zikzak çizerken öte taraftan eğitim alanındaki hızlı değişimler ve yenilikler velilerin kafasını turbülansa girmiş uçak gibi çalkalamaktadır. Ayrıca, bu işin maddî boyutundaki meseleleri de çözmekten mesul kişi olarak onları eğitimin camiasının en aktif elemanı durumuna getirmektedir.
Okullar açılırken yaşanan en büyük tartışmalardan birisi de “zorunlu bağış” klâsiğidir. Klâsik diyorum, çünkü her sene MEB’den üst düzey yetkililer, “Bu sene kesinlikle bağış alınmayacak” şeklinde açıklama yaparlar. Fakat, “Acaba bu sene bakalım değişiklik olacak mı?” ümidiyle okula giden veliler bu açıklamanın her sene MEB’in üst düzey yetkilileri tarafından söylenmesi gereken bir ritüel olduğunu mecburî bağışı (!) verdikten sonra anlarlar. Bu noktada okul müdürlerini suçlamak kolaycılığa kaçmak olur. Okul müdürlerinin çalışma metodlarını, problemlerini ve durumlarını bildiğim için onları hedef göstermeyi şık bulmuyorum. Okul müdürleri MEB ile veli arasında köprü vazifesi görürler ve çoğu zaman da arada kalır, sıkışırlar. Bir manada mesele yumağının düğüm noktasında müdürler bulunmaktadır. Okullardaki temizlik, güvenlik, tamirat-bakım ve bunun gibi işlerde MEB’in yetersiz kaynak aktarımı müdürleri zor durumda bırakmaktadır. Onlar da bu meseleleri çözmek için velilere başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Bu duruma bir nevi, “Tavşan kaç tazı tut.” taktiği diyebiliriz.
Altını çizmiş bulunduğumuz bu meseleler zaten herkes tarafından bilinen gerçekler. Her ne kadar çok problemli bir eğitim sistemimiz varsa da, yine biz bu eğitimle devam etmek durumundayız. Meselelerle yaşamayı öğrenmeliyiz ve aynı zamanda çözüm aramalıyız. Dünyada her şey güllük gülistanlık değil. Her yerde problemler vardır ve olacaktır. Meselâ; ülkemizde, eğitim sistemimizde hatta evimizde bile meseleler olmaktadır. Problemlerin olması, konuşulması altının çizilmesi bize zarar vermez. Aksine meseleleri konuşmamak bize zarar verir. Problemin gerçek manada tesbit edilmesi çözümün yarısı demektir. Önemli olan meselenin çıkması değil, bizim o probleme karşı aldığımız tavırdır. Meseleden kaçıyor muyuz, yoksa onu halletmeye mi çalışıyoruz? Mühim olan budur. “Düşmek suç değildir, düşüp kalmak suçtur.”
Eğitim vetîresinde velilere büyük iş düşmektedir. Özellikle ülkemizde öğrenci okutmak bir sevda işi durumuna gelmiştir. Eğer, veli bu noktada şuurlu, idealist ve azimli ise, bu öğrencinin hem eğitim hayatına hem de günlük hayatına yansımaktadır. Bu yüzden öğrencisinin daha iyi eğitim alması için veliler büyük bir fedâkârlık göstermelidirler. Eğer, bu sürede bir gevşeklik gösterirlerse öğrencinin gerek notlarında gerek davranışlarında ve gerekse hayata bakış açısında yansımasını hissedebileceklerdir.
Nasıl ki bir çiçek ya da fidan ektiğimizde onun gelişim devrelerini takip ediyorsak çocuğumuzun da eğitim safhalarını takip etmemiz gerekir. Çocuklarımız hangi derslerde, hangi konularda ne kadar başarılı, okuldaki kendine güven seviyesi, arkadaş ortamlarına uyumu, öğretmenleri ile diyaloğu hangi seviyede bilmemiz gerekir. Bir talebenin başarısında üç öge sacayağı görevindedir: Okul, aile ve öğrenci. Bunların biri olmazsa diğerlerinin bir işlevi kalmaz. Okul – aile diyaloğunu geliştirmesi için yapılan veli toplantıları sadece görüntüden ibarettir. Bir şeyi göstermelik yapmak kadar aslına zarar veren bir şey yoktur. Yılda iki kez yapılan veli toplantıları ihtiyaca tam cevap verememektedir. Veli toplantılarının sayısını arttırmak gerekir, ya da velilerin - münferiden de olabilir- belli periyodlarla okula gelmelerini sağlamak icabeder. Bilgisayarın eğitimde yaygınlaşmasından önce toplantılarda birinci ya da ikinci imtihan notları okunur, vakit kalırsa öğrenci durumları ile ilgili genel bir görüşme yapılırdı. Vakit kalırsa sınıf nizamını bozan, derse motive olamayan, ya da problemli öğrenciler hakkında da kısa değerlendirmeler yapmak imkânı olurdu. Bilgisayar eğitim dünyasına girdikten sonra velilere artık A4 kâğıdına bütün notların yazılmış olduğu bir “ara karne” verilir oldu. Vakitten tasarruf edilmiş oldu; fakat öğrencilerin hususî durumları ile ilgili görüşme varsa problemleri üzerinde durma, bu meselelere çözümler getirmeye dönük çalışmalar yetersiz kaldı.
Çocuklarımızın huzurlu ve mutlu olmasını istiyorsak onlarla göz, kalp ve ruh iletişimini koparmamalıyız. Huzurlu mutlu olamayan insanlar hayatta başarılı olamazlar. Her ne kadar günlük işler bizi yorsa da biz hayatımızın her ânında çocuklarımızı düşünmeliyiz. Onlarla bir şeyler paylaşmanın yollarını aramalıyız. Mutluluğu bizimle değil de başkaları ile bulmaya başlarlarsa bizim büyüklüğümüz aktif olarak biter ve kâğıt üzerinde kalır. Daha sonra çok büyük sıkıntılara girebiliriz. Yıllarca emek verdiğimiz, kazandığımız çoğu şeyi çocuklarımızla ilgilenmememiz yüzünden kaybedebiliriz. Hepimizin duyduğu, bildiği kötü işlere karışan yüz kızartıcı işleri yapanlar uzaydan gelmedi, onlar da bizim çocuklarımız. H’olbach’in çok güzel bir sözü var, beni çok düşündürdü ümid ederim siz de düşünürsünüz. “Eğer kötülük mutlu ederse, insan onu sever.”
Okunma Sayısı: 989
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.