Tarihte ilk defa Said Nursî Hazretleri; İttihad ve Terakki döneminde İstanbul’da güdülen siyaseti, İspanyol hastalığına benzetmiştir.
“Evet, İstanbul siyaseti İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır” demiş ve sebeplerini ortaya koymuştur.
İspanyol hastalığının en belirgin özellikleri: Başağrısı, düşkünlük, yüksek ateş ve buna bağlı olarak sayıklama, solunum yolları rahatsızlığı ile kendini belli eder ve insanlar arasında hızla yayılır, bulaşıcıdır.
Açlık, bakımsızlık ve başka hastalıklarla vücudun yıpranması hastalığa karşı direnci kırar. Sinir sistemini tahrip eder. Depresyona yol açar. Sağlıklı düşünmeyi engeller ve hasta saçmalamaya başlar. Halsizlik görülür, burun kanayabilir, ses kısıktır, baş dönmesi vardır. Hastalık akciğerlere kadar iner, hasta birdenbire ağırlaşır, ateş yükselir ve hasta bir iki gün içinde ölür. 1
Tarihin en korkunç ve bulaşıcı hastalıklarından olan veba, yaygın olduğu bir dönemde iki milyon kadar insanın ölümüne sebep olmuştu.
Halbuki Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru İspanya’da ortaya çıkan ve dünyaya yayılan “İspanyol Gribi” 25 milyon insanın ölümüne sebep oldu.
Bir de İttihad ve Terakki Dönemi’nin (1908-1918) İstanbul siyasetine bakalım:
Baş ağrısı vardır. Sürekli kabine değişiklikleri yaşanmakta ve istikrar sağlanamamaktadır. Halsizlik, düşkünlük vardır. Devlet son derece zayıflamış ve dağılmak üzeredir. Solunum yollarında rahatsızlık vardır ve sesi kısıktır. Kendisine yetecek kaynakları sağlayamamaktadır. Boğazları sıkılmıştır ve sesini yükseltip, düşmanlara haykıramamaktadır. Bunun yanında insanlar, “humma-i siyasete” tutulmuşlardır.
Yüksek ateş ve buna bağlı olarak sayıklama vardır. Siyasetçiler birbirlerine karşı son derece sert davranmaktadırlar. Sağlıklı düşünüp doğru karar vermek adeta imkânsızdır. Bütün insanlar, hatta hamallar siyaset hakkında hüküm vermektedir ve kahvehaneler “diplomatlar meclisine” dönmüştür. Yorgun, halsiz, aç ve zayıf düşmüş olan toplumun hastalığa karşı direnci azalmıştır. Bu sebeple “siyaset hastalığı” özellikle de insanların toplu olarak bulundukları yerlerde hızla yayılmaktadır. Öldürücüdür. Ve 1918 yılı Osmanlı Devleti’nin ölüm tarihidir. 2
Aslında Üstad’ın; günümüzdeki siyaset hastalığını, İspanyol hastalığına benzetmesi, sadece o günlere ve sadece İstanbul’a münhasır değildir. Risale-i Nur Külliyatı’nın neredeyse yüzde otuz beşi içtimaî ve siyasî derslerdir. İspanyol hastalığı gibi olan günümüz siyasetinin tehlikelerinden, iman ve Kur’ân dâvâsını azade tutmak için, siyasette muktesid mesleği ve “ehven-i şer”i ihtiyar etmiş, hayatı boyunca siyasetle olan mesafesini ve ilgisini Kur’ân ve Sünnet’e göre ayarlamıştır.
Gün olmuş, “Elveda ey gelin libası giymiş acuze-i şemta (kocakarı). Sen zehirli bir bala benzersin. Belki medeniyet libası giymiş vahşi bir adama benzersin. Sûreten ne kadar medeniliğin var, sireten dahi nifak, sefalet, ağraz içinde o kadar vahşisin…” diyerek İstanbul’a veda etmiştir.
Gün olmuş, Ankara’da en kara halet-i ruhîyeyi hissederek, oradan ayrılmış, Van’ın Erek Dağı’ndaki mağarayı mesken edinmiştir.
Üstad, İslâm âleminin düçar oldukları hastalıkları sayarken, bir hastalığı da, “siyasî hayatta doğruluğun ölmesi” olarak gösterir. İçtimaî hayatımızın vazgeçilmez bir parçası da siyasî hayattır. Her şeyde olduğu gibi siyâsî hayatta da doğruluğu hâkim kılmak vazife addedilmelidir. Siyasette doğruluğu ihyâ etmeden “İspanyol hastalığı gibi bize sirayet eden” siyasî hastalıktan kurtulmamız mümkün değildir.
İspanyol hastalığına benzeyen İstanbul siyaseti, aradan yüzyıl geçtikten sonra bugün bütün benzerliklerini açığa vurarak İstanbul’da cereyan ediyor ve ülkenin tamamını etkisi altına alıyor.
O güne nazaran bugün şu fark var ki; o dönemde sultana karşı hürriyet ve meşrûtiyet hareketlerini sevk ve idare edenler, gücü elde edince müstebit olup zulmetmişler ve Said Nursî’nin Divan-ı Harb-i Örfî müdafaasına ve “Zalimler için yaşasın Cehennem” hitabına muhatab olmuşlar. Şimdi bu dönemde de “riyaset-i şahsiye” ve “saltanat” hesabına istibdat yapanlar, halkın uyanışı ve demokrasi mücadelesi karşısında sarsılarak, hukuk ve adaleti suistimal ederek acayip yollara yeltenmişler. Hem de İstanbul artık payitaht değil. Ama Ankara’da saray var. Ve sarayın eli İstanbul’dadır. Ve İstanbul, hür ve adil bir seçim ortamında seçilmiş bir belediye başkanına kavuştuğu gün bayram yapacaktır.
Dipnotlar:
1- Recep Öztürk, “Cerrahpaşa Tıp Dergisi” no: 20 1989.
2- Köprü Dergisi, Yaz 94, 47. Sayı.