Her insan, insan olarak yaratılmanın mesuliyetini ve kendisine yüklenen vazifelerin ehemmiyetini muhakkak bir surette öğrenebilmeli ve bilmelidir.
Nasıl ki insan böyle vazifelere muhataptır, başıboş değildir. Bir yaratanı ve öğreteni, eğiteni mevcuttur. Bu yüzdendir ki itaatkâr, kulluk yapan insanlar da vardır, olmalıdır da.
Müslümanların Allah için ayrı bir yeri ve ayrı vazifeleri vardır. Meselâ Müslüman yalan söylemez, dosdoğrudur, haram yemez, ubudiyetine dikkat eder, herkesin hakkına hukukuna hürmetkârdır... Birçok güzel huylara, hasletlere sahiptir.
Bu güzel Müslümanların içerisinde bir de İslâm’a, Kur’ân’a, imana hizmet etmek için niyetlenmiş bu yollara düşmüş ve fiiliyatına mazhar olmuş mü’minler de vardır. Ehl-i Kur’ân, iman ve İslâmiyet hizmetkârları…
En zor ve önemli vazife ise bu ehl-i hizmetindir. Çünkü bu ehl-i hizmet iman, Kur’ân ve İslâmiyet davasında muhakkak bir şekilde; ihlâslı, sadık, uhuvvetkâr, ittihat ve tesanüdü kendisine şiar edinmiş, İslâm adına hizmetkar olan ümidli, aşk ve şevk dolu olması lâzım gelmektedir.
Sözün kısasının kıssasına gelirsek Kur’ân, iman, İslâm davası fedakâr, hamiyetli, sadakatli hizmetkarlar beklemektedir.
Geçmişte bu yolda gelenler, eserler, faaliyetler bırakmış. Allah onları muvaffak etmiş, artık bizler bulunduğumuz, yaşadığımız günlere bakacağız.
Bu günler, bu zaman iman, Kur’an, İslâm himmetinde neleri istiyorsa; bunları yerine getireceğiz. En azından bu gayret içerisinde olacağız. Bu yolda birbirimizi kucaklayacağız, şevk vereceğiz, ümit vereceğiz, şevk, ümit alacağız.
Karınca misali gibi şu âhirzamanda dalâlet, sefahat ve küfre karşı ne yapabilir ve başarabilirsek dünya ve ahiret adına büyük bir kârdır. Alkışlanacak, tebrik ve tahsin edilecek bir hâldir.
İnşallah hepimiz bu hallerle halleniriz ve rıza-i İlâhiyeye kavuşabilmek için kendimize kudsî bir yol açarız.