Bizzat Üstad’ın tashihinden geçen, elimizdeki Tarihçe-i Hayat’ın giriş bölümüne, kitabı hazırlayanlar şöyle başlıyor:
“Evvelâ şunu îtiraf edelim ki; bu Tarihçe-i Hayat Büyük Üstadın hayatını tam manasıyla ifade etmekten çok uzaktır. Pekçok noktalar kısa kesilmiştir.”
Hazırlayan talebeler, kısa tutulmasına bir sebep olarak da Üstad’ın onlara, “Tafsilata lüzûm yok. Yalnız Risale-i Nur hizmetine dair bahisler yazılsın” diye haber göndermesini gösteriyorlar.
Biz de, büyük Üstad’ın vefatının 61. yıl dönümü münasebetiyle ilk hayatından olan Van hayatına teberrüken bakalım...
**
İlk hayat safhasında çokça ayak bastığı Van’ı Üstad’la beraber hatırlamak, onu Van’la beraber yad etmek…
Peygamber Efendimiz’in (asm) varisi ve müceddidler halkasının sonuncusu Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi Van’la irtibatlandırmak…
Ulvî ve mukaddes gayelerle Van’a gelişlerini, kalışlarını ve Van’dan ayrılışlarını tasavvur etmek. Düşüne düşüne, hayalen canlandıra canlandıra onun silüetini Van Kalesi’nde, Erek Dağı’nda görür gibi olmak…
Onun nazarıyla Van Gölü’ne, Akdamar Adası’na bakarken Medresetüzzehra hayalini kurmak, Nur’un istikbaldeki fütuhatını hissetmek…
O sıralarda bir İngiliz’in Kur’ân’a kasteden bir haberini Van Valisi Tahir Paşa Konağı’nda okumasıyla; “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” haykırışını duyar gibi olmak...
Bu düşüncelerle Van Kalesi’nin başına çıktığında, ayağının kayıp düşmesiyle canını düşünmeyip, “eyvah dâvâm” diye haykırışını ve inayet-i İlâhîye ile kurtuluşunu hayretle tefekkür etmek...
Van’a “vatanım” demesinin hazzına varmak, süruruna gark olmak...
Esaret dönüşünde İstanbul ve Ankara safahatından sonra, “Dâü’s-sıla” tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi, beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim.” sözleriyle Van’da uyanmak…
Onun bu gelişi sıradan bir geliş değildi. Ankara’dan ayrılırken dünyayı ve dünya siyasetini arkasına atarak Van’a gelmişti.
Onun Van hayatının bu son bölümü tam bir hazırlık ve inziva dönemidir. Bu dönemde ona hizmet eden Molla Hamid’lerin, Molla Resul’lerin ve diğer şahitlerin şahadetleri vardır.
Üstad’ın kendi ifadesiyle toplam yirmi senesi Van’da geçmiştir. Kendi sergüzeşt-i hayatı kendi dilinde doyulmaz bir lezzet bahşediyor... Şöyle diyor:
“O vakit, gözümün önünde harabezâra dönmüş yerlerin, gayet mamur ve şenlikli ve neş’eli ve sürurlu bir surette bulunduğu zaman, yirmi seneye yakın, en tatlı bir hayatta, tedris ile, kıymettar talebelerimle geçirdiğim hayatımın o şirin safahâtı, birer birer, sinema levhaları gibi canlanıp görünerek, sonra vefat edip gider tarzında hayali gözümün önünde epey zaman devam etti.”
Üstad’ın Van hayatında hapis yok, sürgün yok, mahkeme yok.
Kendi isteğiyle, dilediği gibi yaşamıştır. Onun Van hayatı başlıbaşına bir araştırma ve kitap konusudur.
Üstad’ın, en son ve bir daha dönmemek üzere sürgün olarak, cebren Van’dan ayrılışı, uğurlayanlar açısından dayanılmaz bir firak ateşinin yürekleri kavurmasıdır.
“Bize izin ver” demişler, “bütün hazırlıklarımız tamamdır, seni göndermeyelim, canımızı uğrunuza feda edelim.”
“Hayır, olmaz” demiş Üstad, “Ben isteyerek gidiyorum, bu askerler de benim talebelerimdir.”
Son olarak, Tarihçe-i Hayatı hazırlayan talebelerinin şu tavsiyelerini hatırlamış olalım:
“Bu suretle bu eser, istikbaldeki münevver Nur Talebeleri için hakîki bir me’haz teşkil etmektedir. Muhterem edib ve muharrirler, bundan istifade ile inşaallah daha mükemmel, daha hakîkatli ve faydalı tarihçe-i hayatlar hazırlayacaklardır.”