"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve Çaycı Emin

Misbah ERATİLLA
23 Temmuz 2017, Pazar
1936 yılı Nisan ayının sonlarıydı.

Çaycı Emin (Yemen Bey), Kastamonu Nasrullah Camii şadırvanındaki çay ocağında çayın demlenmesini bekliyordu. Karşıda bir gölge gibi gözüne ilişen sarıklı, cübbeli bir zatın ve hemen arkasında elinde bir su testisi taşıyan bir bekçinin şadırvana doğru geldiklerini görür. Çaycı Emin sarıklı ve cübbeli zatın giyiminden memleketinin havasını hisseder. Bekçi, şadırvanın akan çeşmesinden testiye su doldurduğunda o da bekçiyle birlikte bekler. Çaycı Emin, çay ocağındaki işini bırakıp memleketinin kokusunu yayan zata yaklaştı. Ona selâm verdi. O zat da onun selâmını aldı. Çaycı Emin, ona: “Sen nerelisin kurban?” dedi. O da: “Beni takip ediyorlar, bana yaklaşma, sana zararım dokunur!” deyip bekçiyle beraber oradan uzaklaştı.

Çaycı Emin (Yemen Bey), on yıl önce 1926 yılında Şeyh Said hadisesinden sonra Kastamonu’ya sürgün olarak gelmiştir. Bu gurbet diyarında işsiz olduğundan elindeki avucundakiler yavaş yavaş tükenmeye başlayınca bir iş aramaya başladı. Dostları araya girerek belediyeden izinli olarak ona Nasrullah Camii Şadırvanı’nda bir çay ocağı açar. Böylece geçimini çaycılıkla sürdürmeye çalışır. Çaycı Emin, İran’dan Türkiye’ye gelip Van’a yerleşen büyük bir aşiret reisidir. İran şahı ile anlaşmazlığa düşünce yerlerini yurtlarını terk ederek Türkiye’ye sığınırlar. Yeni yurtlarına daha ısınmadan Şeyh Said hadisesi bahane gösterilerek bölgedeki diğer büyük aşiretler gibi Çaycı Emin’in (Yemen Bey) aşireti ve kardeşleri de farklı şehirlere sürgüne gönderilir. Kardeşleri Maraş’a, Malatya’ya ve Kayseri’ye Çaycı Emin de Kastamonu’ya sürgüne gönderilir. Çaycı Emin’in memleketlisi olan o cübbeli ve sarıklı zatın görünüşü onu etkiler. Ona nasıl sahip çıkabilir diye düşünür durur. Ertesi gün işini gücünü bırakır bu zatın kim olduğunu sorup soruşturur. Sonunda bu zatın Bediüzzaman Said Nursî olduğunu ve araba pazarı civarındaki polis karakolunda tutulduğunu öğrenir. Ayrıca bekçi veya polis gözetimi olmadan Bediüzzaman Said Nursî’nin dışarıya çıkmasına izin verilmiyormuş. Bir gün sonra bir polis, Çaycı Emin’in Nasrullah Camii Şadırvanı’ndaki çayhanesine gelir ve ona hemşerisi Said Nursî’nin onunla görüşmek istediğini söyler. Çaycı Emin aceleyle polisin peşine düşer. Bir hayli yol yürüdükten sonra kaleye çıkarlar. Kaleye vardığında Bediüzzaman, üzerindeki cübbesi ve başındaki sarığıyla tarihî bir levha gibi etrafı seyrettiğini görür. Çaycı Emin heyecanla Bediüzzaman’ın yanına varır ve ona selâm verir. Bediüzzaman da onun selâmını alır.  Bediüzzaman onunla gelen polise: “Kardeşim, bu benim hemşerimdir. Sen bize bir iki dakika müsaade et, onunla biraz konuşmak istiyorum.” der.

Polis yanlarından ayrılır. Bediüzzaman, Çaycı Emin’e yaklaşarak: “Adın ne?” diye sorar. Çaycı Emin: “Kurban, adım Yemen’dir.” der. Bediüzzaman ona: “Senin adın Emin.” der. Çaycı Emin şaşırır: “Emin mi?” der. Bediüzzaman: “Evet, senin adın Emin’dir!” dedikten sonra: “Kardeşim sıhhatim iyi değil, beni bir kaç defa zehirlediler. Ayrıca burada kimseyi tanımıyorum. Bana yardım edecek kimse de yok. Sen bana bazen şeker, çay gibi ufak ihtiyaçlarımı alırsan, ancak o zaman seni yanıma bırakırlar. Yoksa hiç kimseyi bana yanaştırmıyorlar. Seninle görüşebilmek için komisere yatağımı satmak istediğimi söyleyeceğim. Sen de gelir alırsan ancak o zaman görüşebiliriz.” der. Bediüzzaman elini cebine atıp bir kese çıkardı. Kesenin ağzını açtı ve içinden üç sarı altın çıkararak Çaycı Emin’e uzattı. Ona: “Emin, al bu altınları yanında kalsın. Bir ihtiyacım olduğunda altınları bozdurur alırsın.” der. Bediüzzaman bu altınların kendisine Harb-i Umumîden kaldığını ve bunları uzun zamandır sakladığını söyler. Çaycı Emin, Bediüzzaman’ın bu haline çok üzülür. Hemşehrisinin sürgün olması hele hele gözaltında olması ve karakolun içinde bir suçlu gibi muamele görmesi ona çok dokunur. Gözlerinden yaşlar akmaya başlar. Bediüzzaman Çaycı Emin’e: “Sabırlı olmak lâzım!” der.  

Çaycı Emin, on yıldır Kastamonu’da sürgün hayatının bütün zorluklarını yaşamaktadır. Hâlbuki Van’daki köyünde binlerce dönüm arazisi ve beş bine yakın küçükbaş hayvanı vardı. Memleketin büyük beyi iken burada sürgünde bir çay ocağında çaycılık yapmaktaydı. Çaycı Emin, Bediüzzaman Hazretleri’nin ona verdiği üç altını almak istemez. Durumunun iyi olduğunu ve onun her türlü ihtiyacını karşılayabileceğini söyler. Bediüzzaman Hazretleri ona: “Kat’iyyen karşılıksız bir şey kabul etmem!” der. Çaycı Emin, Bediüzzaman’ın emirleri doğrultusunda çarşıda altınlardan birini bozdurdu.  Bir gün sonra çay ocağına bir polis geldi. Çaycı Emin’e: “Komiser seni karakolda bekliyor.” dedi. Çaycı Emin hemen karakola gidip Komisere: “Beni istemişsiniz.” der. Komiser: “Hoca Efendi yatağını satmak istiyor. Sen bunun yatağını alır mısın?” diye sordu. Çaycı Emin: “Alırım komiserim.” der. Komiser, ona: “Sen hoca efendiyle nereden tanışıyorsun?’ diye sorar. Çaycı Emin: “Hemşerimdir, memleketten tanışırız.” diye cevap verir. Bediüzzaman’ın yatağı karakoldaki merdiven altındaydı. Merdiven altı ise yaşanmayacak kadar soğuk bir yerdi. Komiser ile Çaycı Emin yatağın fiyatı için yirmi beş lira üzerinden anlaşırlar. Çaycı Emin, Bediüzzaman’ın yatağını satın alır ve ardından yatağı tekrar Bediüzzaman’a günlük kiraya verir.  Böylece Çaycı Emin her gün yatağın kirasını almak için karakola gelir ve Bediüzzaman’ın ihtiyaçlarını da karşılamış olur. Bediüzzaman Hazretleri, Kastamonu’ya geldikten sonra Barla ve çevresindeki talebeleriyle bağlantısı tamamen kesilmişti. Bediüzzaman, üç ay sonra karakolun karşısındaki eve taşınır, ama evinin karakola bakan penceresine perde takmasına dahi izin verilmez. Üstad Hazretleri Barla ve çevresindeki talebelerine Çaycı Emin vasıtasıyla mektuplar göndermeye başlar. Talebelerine yedi yıl boyunca iki yüz ellinin üstünde mektup yazar. Isparta ve çevresindeki talebelerinden de Kastamonu’ya binlerce mektup ulaşır. Çaycı Emin bu karanlık, zor günlerde bir kahraman olarak Üstadla talebeleri arasındaki bağlantının kurulmasını sağlar. Çaycı Emin’in bu tehlikeli ve zorlu hizmeti yaparken okuma yazması yoktu. O, risaleleri dinleyerek öğrenen ve anlayan sadık talebeler arasında yerini alır. 

Çaycı Emin, Soyadı Kanunu çıkınca “Çayır” soyadını alır. 1943 yılında Denizli Hapishanesi’nde Üstadla birlikte dokuz ay hapis yatar. Bazı hapishane görevlileri, 1926 Şeyh Said hadisesi sonrasında onun sürgün olduğunu öğrenince ona daha fazla eziyet etmeye çalıştılar. Zaten ağır olan hapishane şartları ona daha da ağır gelmeye başladı. Kendisine reva görülen bu kötü muamelelerden sonra arada bir ağalık damarı tutsa da kadere olan teslimiyetten dolayı o hislerini yener, zamanını ibadetle ve hizmetle geçirmeye çalışır.

Denizli Mahkemesi’nin Bediüzzaman ve Nur Talebeleri için beraat kararı vermesi üzerine hapishaneden tahliye edilen Çaycı Emin, tekrar sürgün yeri olan Kastamonu’ya döner. Artık orayı sürgün yeri değil, ikinci vatanı ve aslî hizmet mahalli olarak kabul ettiğinden Nur hizmetlerine hız verir.

14 Temmuz 1950 yılında çıkarılan genel af kanunundan Çaycı Emin de yararlanır. Sürgün cezası kaldırılır ve memleketine döner. Yıllardır o aşiretine, aşireti de ona hasret kalmıştı. Ailesi ile birlikte Van’a döndüğü zaman aşiret mensupları onu büyük şenliklerle karşıladı. Kurbanlar kesildi, günlerce süren ziyafetler verildi.

 Artık Çaycı Emin sadece bir kabile reisi, aşiret ağası değildi. O insanların, tehlikede olan imanlarını kurtarmaya çalışan bir Nur Talebesi idi. Köyüne döndüğü zaman yaptığı ilk iş Nur derslerini başlatmak oldu. Aşiretinin ileri gelenlerini ve okumuş yazmış gençlerini toplayarak onlara Risâle-i Nur’dan bahisler okudu.

Üstadından aldığı müsbet hareket dersini, hayatının bütün dönemlerinde yaşayarak uyguladı. İhtilâlcıların zulmüne maruz kaldığı zaman Çaycı Emin’in Yemen Bey damarı kabarsa da o artık Çaycı Emin’di. Her seferinde “Ah! Üstadım sen bizim elimizi kolumuzu bağladın.” diyerek ona duyduğu teslimiyetle kabaran hislerini teskin etmeye çalıştı.

Çaycı Emin 18 Ağustos 1967 tarihinde, köye dönerken şarampole yuvarlanıp alev alan arabasının içinde yanarak vefat eder. Cenazesi binlerce insanın iştirakiyle Ulu Cami’de kılınan namazın ardından Van Kabristanı’na defnedilir.

Okunma Sayısı: 8554
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • hakkı

    23.7.2017 12:02:08

    Allah razı olsun. Yazilarinizdan çok istifade ediyorum.

  • emin bozkus

    23.7.2017 09:53:43

    Senin yazılarını bir daha okuma bahtiyarligini yaşadık. Maşallah çok nefis bir yazı.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı