"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hak, hürriyet

MURAT ÇOLAK
03 Eylül 2014, Çarşamba
“İnsan yaratıcısı tarafından üstün nitelikte yaratılmış en yükseğe çıkma ve en alçağa inme seviyesine sahip canlı varlık.” Böylesine basit bir tanım insanın bütün özelliklerini içine alıp onu kapsamaktadır. Öyle büyük kabiliyetler verilmişti ki insanoğluna kendisi de buna inanamadı. Bu kabiliyetler sayesinde bazıları ya da birçoğu çabucak dengeyi kaybedebiliyorlardı. Yaşadığı dünyada daha birkaç kişiyken bile insanlar arasında sorunlar çıkmaya başlamıştı. Bütün insanların tek derdi daha fazla hak ve daha fazla hürriyetti.
“İnsan mahiyeti itibariyle en yüksek ve en alçak arasında yaşayan canlı, yüksek duygularla donatılmış fazilete istidatlı, ebediyete meftun bir varlıktır”. Kelimelerle insanın insanlığını anlatmak çok zordur.  İnsanın kendi muhteşem yapısını tam anlamıyla anlatması ve eksiksiz ifade edebilmesi imkânsızdır.
İnsan sözcüğünü ilk araştırmaya başladığımda beni çok etkileyen Ümit Meriç’in şu cümleleri aklıma geldi: ‘tek başına ekseriyet’. Evet şekil, görüntü ve yapı olarak insan bir taneydi, fakat yine o insanlar arasından peygamberler, güzel kişiler çıkmıştı. Aynı zamanda Ebu Cehiller, Hitler vb. caniler de çıkıyordu. Aradaki tezat kafaları karıştırdıkça insanlar da ellerinden geldiği kadarıyla daha derine inmeye çalışıyorlardı. Şöyle bir genelleme çıktı sonuçta; İnsan eğer insanlığının gerekliliğini yerine getiriyorsa, o insanlık vasıflarını taşıyorsa insandır. Burada da şu soruyu yöneltebiliyordu kendi kendine; Peki bu insanlığın vasıfları neler? Bu konuda birçok madde sayabiliriz, fakat bizim için en önemli olan ve bu ikisine dikkat edildiğinde gerçek mutluluğun geleceğine inandığımız ‘hak ve hürriyet’ vasıflarıdır. Şimdi bu iki kavramla  insan arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor.
İlk olarak hakka baktığımızda “hak, herkesin meşrû olan salâhiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki malikiyeti ve tasarrufu vb. anlamlar ifade eder.” Bütün bu ifadeler arasından ‘herkesin meşrû olan salâhiyeti’ tanımı bize yeterlidir. Türkiye’de yaşayanların Afrika’da yaşayanlara, ABD’de yaşayanların dünyanın diğer yerlerinde yaşayanlara yine beyazın siyaha, sağlamın hastaya, erkeğin kadına olan bir üstünlüğü düşünülemez. Çünkü bahsettiğimiz hak Yaratıcı tarafından hepsine aynı seviyede verilmiştir. Bu yüzden insanları “sen şu ülkedensin, senin rengin şöyle, senin devletin şu” gibi ayrımlarla sınıflara bölmenin insan haklarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu durum kişi için böyle olduğu gibi devlet için de böyledir.
Meşrû olan dediğimizde, insanın kendi yapısından yani insanlığından kaynaklanan hakların bir çerçevesi olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü meşrûnun karşısında bir de meşrû olmayan vardır. Bu sınırı şu cümleler ne güzel ifade eder: “İnsanın kendi dışındakilere ve kendisine zarar vermeden yapma yetkisi bulunan her şey onun meşrû çerçevesidir”.
Salâhiyet ise sözlük anlamı olarak ‘bir işe karışmaya ve o işi yapmaya hakkı olmak’ demektir. Bu da gösteriyor ki, yaşayan bütün insanların doğumlarıyla birlikte kendilerine verilen hakları kullanmaya yetkili olduğudur. Salâhiyetle anlatılmak istenen de kişinin o işi yapmadaki özgürlüğünü perçinlemektir. Peki devletimizin ve yetkili kişilerin Risalelerimin baskısını engelleme salâhiyeti olduğunu kim ispat edebilir? Hangi argümanlarla bizi ikna edebilirler? Ya da sadece sizin bilmedikleriniz var; bakın büyük ağabeyler de böyle istiyorlar mı, derler.
Hürriyet için ise kısaca hür oluş, serbestlik diyebiliriz. Ya da en güzel tanımıyla “hak düşüncesine bağlı kalıp, başkalarına zarar vermedikten sonra istediğini yapabilirsin” demektir. Buradaki sorun da dünyadaki insanların ‘başkalarına zarar vermedikten sonra’ kısmını unutmalarından ya da görmek istememelerinden kaynaklanıyor. Birilerinin kitap basımını engelleme hürriyetinin olduğuna inanılıyor, ama diğerlerinin o kitapları basarak, yayarak, okuyarak ve okutarak hizmet etme hürriyetleri olmuyor. Ne anlamalıyız bu durumdan? Zorbalık mı, adalet mi, keyfilik mi, fitne mi, yoksa böl parçala dağıt mı?
İnsan sahibi bulunduğu hakları doğru kullansaydı yani kendi için çok tabiî gördüğü bir hakkı diğer insanlar için de düşünseydi hürriyet diye bir kavrama ne diye ihtiyaç duyacaktık? Eğer yaşamak, yemek içmek, gezmek, düşünmek, konuşmak insanların en tabiî haklarından bir kaçı ise ve bunu başkalarının da hakları olduğunu bilerek kullanmak istese niçin anlaşmazlık çıksın ki? Neden kavga olsun? Ne diye bir takım insanlar hürriyet kavramını ortaya atarak diğer insanlara hak sınırlamaları getirsin ki? Zaten gerçek insan insanlığından kaynaklanan haklarını meşrû dairede, diğer insanları da düşünerek kullanır.
İnsan daima kendi yaptıklarının neticesini görür. Bizler haklarımızı tam anlamıyla ve doğru kullanamadığımız için kendi kendimize sınırlamalar getirdik. İnsanların dünyada yaşayan en değerli canlı olduğunu ve onun şahsına ait hakları ve özellikleri bulunduğunu biliyoruz. Bütün bu hakların da bir meşrû çerçevesi olduğunu biliyoruz. Eğer siz o çerçeveyi daraltmayı ya da kendi çerçevenizi genişletmeyi düşünürseniz hakkı yanlış kullanmış, hürriyeti ihlâl etmiş olursunuz. Sonucunda da anlaşmazlık, kavga, savaş ve hak riayetsizliğinin çıkması çok tabiîdir. Bana göre dünyadaki bütün kavgaların, bombaların, saldırıların tek ve yegâne sebebi hak riayetsizliğidir. Bir ülkenin diğer ülkeyle savaşı ya da dar alanda bir insanın diğer insanla kavgası vs. hepsinin sebebi budur. Çünkü insanoğlu elindeki hakkı haksızlık yaparak kullanmak istemiştir.
Burada bir büyük sorun da insanın olayları değerlendirirken keser gibi hep kendi tarafına yontması, karşı tarafı hiç düşünmeden kararlar almasıdır. Konuşmak haktır fakat kişinin konuştuğunu başka insanlara dikte etmesi bir haksızlıktır. İnsanın düşünme hakkı da vardır; düşünür ölçer biçer tartar karar verir fakat kararı olumsuz olunca fikrini dikte eden hemen kendi düşüncesinin kabulü için haksızlığa başlar.
Biz insanlar olarak  hürriyetimizi mutlak serbestlik olarak algılamamalıyız. Çünkü haklarımız mutlak serbestliğe sahip değildir. Bütün bunların yanında yine de bazı insanların devlet ve fert planında yaptıkları hürriyet ve hak çığırtkanlığı artık son bulmalıdır.
Dünya artık insanlığını unutarak hak ve hürriyet kavramlarının en büyük savunucusu görünüp, gerçekte düşmanı olanlardan bıkmıştır. Onların sürdürdüğü kavga ve zulüm en kısa zamanda bütün insanların gerçek anlamda insanlığı yaşamalarıyla son bulacaktır. Bu yaşamda insanımızın ve insanlığın en büyük yol göstericisi Üstad Bediüzzaman ve eserleri olacaktır. Dünya eserlerdeki düsturlara muhtaçtır. Bizim vazifemiz de onu insanlara ulaştırmaktır. Gerekirse geçmişte olduğu gibi elle yazarız, fotokopi yaparız, ama bu işi asla ve asla bırakmayız. Bunun başka bir yolu da yoktur. Çünkü güzel olan her şey er geç kötüye galip gelecektir ve her yeri insanlığın güzellikleri kaplayacaktır.
Bayram yaşamalı yürekler, gülücükle sürmelenmeli gözler, hakka ve hürriyete sahip çıkmalı bütün fertler. Yaşamak istemeli bütün insanlar, insanlığını “dünyada yaşamış en güzel insan” kadar.
Okunma Sayısı: 1151
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı