Bir gün, Fatih’in babası II. Murad Han’ın kendisine birtakım özel ihtiyaçları için para lâzım oldu. O da, bunun için veziri Çandarlı’dan borç alıp ihtiyaçlarını giderdi.
Bunu gören Fazlullâh Paşa, büyük bir üzüntü ile:
– Sultanım! Padişahlara özel hazine gerektir. Müsaade eyler ve ferman buyurursanız, size hazine temin edelim. Dedi.
Sultan sordu:
– Nasıl ve nereden hazine temin edeceksiniz?
Fazlullâh Paşa:
– Padişahım! Bu vilâyet halkında fazlaca mal vardır. Sultanlara, zaman zaman bir yolunu bulup o mallardan almak münasip düşer! dedi.
Bu teklif üzerine Sultan Murad, hızla yerinden fırladı ve büyük bir hiddetle:
– Paşa! Bu söz, nasıl bir sözdür? Bu fikir, nasıl bir fikirdir ki, söyler ve teklif edersin? Bilmez misin ki, bizim vilâyetimizde üç helâl lokma vardır! Biri madenler, biri cizye, biri de ganimetlerdir. Bilmez misin ki, bizim askerlerimiz gaziler ordusudur. Onlara helâl lokma gerektir. Bilmez misin ki, hangi padişah askerine haram lokma yedirirse, onları Harami eyler. Harami’nin ise sebatı yoktur. Küçük bir zorluk görünce kaçmaya başlar. Bundan sonra da hâlimizin ne olduğunu görmek zor olmaz! dedi.
Bu ifadelerin ardından Sultan, gayr-i meşrû bir hazine tertibini teklif eden Fazlullâh Paşa’yı, kul hakkına riayetsizlik edebileceği ihtimâli dolayısıyla derhal azletti.