Dünyanın kalbiydi Kâbe. Asırlarca insanlık onunla hayat bulmuş, hayatına hayat katmıştı.
555 yılıydı. Kâbe o günlerde en mahzun günlerini yaşıyordu. Sinelerdeki Kâbeler yani kalpler taş kesilmişti. Kalpleri putlaşanlar taşlardan putlar yapmışlar, Kâbe’yi doldurmuşlardı. İnsanlık koyu bir karanlığın pençesinde kıvranıyordu. Bu durumdan en çok etkilenenlerse kadınlardı. Oysa kadın hayat demekti. O hayattan sürgün edildiğinde varlık bereketini yitiriyordu. Mekkeliler kalbini yitirmişti. Onlar için kız çocuğu utanç demekti. Kız çocuğu dünyaya getiren annelere hakaretler yağdırılıyor, akla hayale gelmedik işkenceler yapılıyordu. Dahası bu utançtan (!) kurtulmak için kızlarını diri diri toprağa gömüyorlardı.
Cahiliye adetleriyle kalpler her geçen gün biraz daha kirlendiğinden kalplerdeki kirden Kâbe de payını alıyordu. Sevgililer Sevgilisi (asm) kendisiyle baş başa kalmak için gittiği Kâbe’den artık eskisi gibi zevk alamıyordu. O, insanlık için bir ışık arıyordu. Artık kendine başka bir sığınak bulmalıydı.
O arzuyla Nur Dağı’na çıkmış, Hira Mağarası’nı menzil edinmişti. Dağın rahmindeki Hira’da kendisini ebedî doğuma hazırlanacak günler geçiriyordu. Yalnızlık içinde, dünyalılardan uzakta yeni dünyalara kanat çırpıyor, huzuru solukluyordu, ama aklının bir köşesinde de Hatice’si vardı. Hz. Hatice hayatını O’na adamıştı. Hira’da Rabbiyle başbaşa geçirdiği anlarda O’nu rahatsız etmemek için bazen bir taşın ardında günlerce beklerdi.
Günlerce yemeden, içmeden, ses çıkarmadan, adeta soluğunu kesmişçesine Sevgilinin (asm) başında nöbet tutmak…
O günlerde ilâhî kelâm Sevgilinin (asm) gönlüne gönderilmişti. Hatice’si, O’nun gönlündekini sahiplenmiş, kapı kapı dolaşıp insanlığı ilâhî hakikate çağırmıştı. 55 yılda edindiği bütün varlığını, Rabbinin Sevgilisinin (asm) sevgisini kalplere koyma uğrunda feda etmişti. Böylece birçok insanın kalbi kazanılmıştı. Bu durumdan rahatsız olan bahtsızlar onu ve sevdiklerini adım adım takip ediyorlardı. Bir avuç inanmışın can ve mal güvenliği kalmamıştı. Bu zor günlerde bütün mazlûmların ve masumların yegâne sığınağı, Allah’ın Resulünün (asm) sevgi, şefkat ve merhametle kurdukları evleriydi. O inandığı değerler uğruna elindekini paylaşmaktan geri durmuyordu. Bunun için servetini cömertçe sarf ediyor, malvarlığı her geçen gün azalıyordu. Boykot yılları da başlamıştı. Mü’minler için hayatın yükü daha da artıyordu. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, hastalar perişandı. O çare olabilmek için korkmadan, çekinmeden, elinden geleni yapıyordu.
Üç yılın sonunda sıkıntılarla dolu boykot sona ermişti. Mü’minler için şükür secdeleri vaktiydi. Gönülleri bayram havası kaplamıştı. Herkes evine, eşine, dostuna, akrabasına kavuşmuştu. Sıkıntılı günlerde Hz. Hatice, Sevgilinin (asm) en büyük destekçisiydi. Şimdi yepyeni bir hayat başlıyordu.
Fakat bu mesut günler kısa sürdü. Bir müddet sonra Hatice’sinin yorgun kalbi daha fazla dayanamamıştı. İlâhî kelâm Kadir Gecesi’nde inmişti Sevgilinin (asm) kalbine. Bu gün yine kadirdi, bu sefer sevdiceğinin kalbi durmuştu. İçini ağır bir hüzün kaplamıştı. Hatice’sinin 65 yıllık Nurlar’la süslenmiş ömür defteri kapanmıştı. Anam, babam, tatlı canım sana feda olsun ya Muhammed (asm) diye diye yaşadığı ömrünü feda etmekten memnun şekilde gözlerini kapamıştı. Sevgilinin (asm) canından can kopmuş, yağmur yüklü gözleri boşalıvermişti.
O bütün zamanların kadınlarının rehberiydi. Son yıllarda kadınlar, bilhassa başörtülüler çok fazla hayatın içinde görünür oldu. Kalp Kâbe’lerinden, gönül Hira’larından çıkıp sokaklara savruldu. Kadınlı erkekli coşkulu düğünlerin, lüks hayatların, seçim meydanlarının, medyanın aranan figürleri oldu. Çağın bilgesi Bediüzzaman yetmiş yıl önce bu günleri görmüş, ‘kadınlar eve dönmeli’ demişti.
Evet, Hz. Hatice, Hz. Muhammed (asm) ve Bediüzzaman’ın kabirlerine kalbimizi dayasak, “Kadınlar kendi Kâbe’sine ve Hira’sına dönmeli.” seslerini işiteceğiz. Onlar gözyaşı medeniyeti kurmuşlar, insanlığa Asr-ı Saadeti yaşatmışlardı. Şimdi bize bir Hz. Hatice, bir de Hira gerek…