"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Banka soyguncusu Kur’ân okumayı bizden öğrendi

Muzaffer KARAHİSAR
14 Mart 2020, Cumartesi 00:10
Sabahattin Aksakal: “Aynı koğuşta kaldığımız Türkiye’nin ilk banka soyguncusu Necdet Elmas, kabiliyetli, zeki bir insandı. Bizlerle tanıştıktan sonra hayatında değişiklikler olmaya başlamıştı. Biz cemaatle namaz kılardık o da kılmaya başlamıştı. Kur’ân okumayı bizlerden öğrendi. Bizlerle sohbet etmeyi severdi. Risalelerden okuyup anlıyor, istifade ediyordu.”

Gazetemizin ilk  Yazıişleri Müdürü Sabahattin Aksakal’ın hizmet hatıraları (2)

MUZAFFER KARAHİSAR
[email protected]

***

CEZAEVİNDE İLK GECE

Sultanahmet Cezaevi’ne vardık kayıtlar, işlemler uzadı. Gardiyanlar bizi yerleştirmek üzere içeriye götürdüler. İçeride “Hususî” yazan bir yere girdik. Kapıyı açınca yerler çamur, kirli ve tıklım tıklım insan dolu yerlere yatanlar, uzananlar geçilecek yer yoktu. Gardiyanlar yüksek sesiyle “Kalkın, toparlanın, çekilin!” diye bağırınca herkes toparlanınca koridor gibi bir yerden geçtik. En sonda gayri muntazam, kirli, dağınık, mutfak gibi bir yeri gösterip gittiler. Baktık tavandan su damlıyor, yerler kirli havasız bir yer. Bir müddet sonra bizi çağırdılar: “Nurcular, Nurcular yataklarınız geldi. Gelip alın.”

Bize Zübeyir Ağabeyle yanında kalan Abdulvahit Mutkan Ağabeyler hızır gibi yetişip lâzım olan yatak, yorgan, yastık ve yere serecek hasır göndermişlerdi. O yatak ve yorganlar dershanede yoktu. Evlerden gelmiş olmalıydı. Hasırı serdik ve üzerinde namazlarımızı kılarken yine bir rahatsız edici ses yükseldi. “Hey çabuk ışıkları söndürüp yatın! Hâlâ ayakta mısınız? Şimdi gardiyanlar görürse gelir. Çabuk söndürün…” O bağıranlar, koğuş sorumlusu mahkûmlarmış. Biz namaz kılıyoruz, diye cevap verince “Namaz mı? Ne namazı, burada namaz olmaz!” dediler. Bizler buraya inancımız için geldik. Kim ne derse desin, kim gelirse gelsin namazımızı kılarız, dedik.

Bizim kararlılığımızı görünce “Çabuk namazlarınızı kılın. Yatarken ışıkları söndürün” dediler. Namazımızı kıldıktan sonra yatakları üzerine serdik. Ben ihtiyaç gidermeye gidip gelinceye kadar herkes iki-üç gündür yorgun ve uykusuz olduğu için yatıp uyumuşlar. Tavandan damlanın olduğu, ancak yan yatarsam sığabileceğim küçük bir yer de bana kalmıştı. Işıkları söndürüp yatmamla uyumam bir oldu. Hayatta unutamadığım en tatlı uykuyu o gece uyumuştum.

Sonradan bizi mahkûmlar koğuşuna aldılar. O “Hususî” yazısı geçici tutuklu kalınan yerin adıymış. Gündüzleri oruç tutardık. Mehmet Fırıncı’nın her gün evden getirdiği çorbayı akşam iftarda içerdik. Aşçımız Mehmet Kutlular’dı. Maharetli olduğundan olanlardan yemek yapmak elinden gelirdi. Bizler de afiyetle yerdik. Namazımızı cemaatle kılar, tesbihat yapar, duâ ederdik. Her gün Kur’ân’ı hatim ederdik. Daha sonra benim ders kitaplarının kapaklarının içine yerleştirilmiş Risale-i Nurlar gelince dersler ve sohbetler başladı. Kitapların üstünde Sabahattin Aksakal yazıyordu.

GANGSTER NECDET’LE AYNI KOĞUŞTA

Bizim ibadetimiz, inancımız ve yaşantımız öteki mahkûmların dikkatini çekerdi. Tanışır, sohbet ederdik. Her mahkûm bize gelir halini anlatır, dinî sorularını sorar, eksiklerini giderirlerdi. Bizler de mümkün olduğu kadar insanların zihnini meşgul eden soruları cevaplandırırdık. İnanç ve iman esaslarına ait bilmediklerini anlatırdık. Risale-i Nur’dan kitap okur, misaller verirdik…

Bizim koğuşa Necdet Elmas isminde bir mahkûm gelmişti. Türkiye’de ilk banka soygunu gerçekleştiren İ.Ü Hukuk Fakültesi’nde bir süre eğitim görmüş Necdet Elmas, İstanbul Çemberlitaş’ta bir bankayı silâhla soyup 165.000 TL parayı alarak çaldığı bir araçla kaçmıştı. Yoksulluğa böyle son vermeyi düşünmüş. İstanbul’da 700 polis-jandarmayı günlerce peşinden koşturmuştu. Yakalamak için devletin bütün emniyet güçleri otomobillerle, helikopterle, uçakla seferber olarak takip ettikleri siyah gözlüklü Gangster Necdet Elmas, uzun süre kaçıp yakalanmayan bir efsane isim olmuştu. Soygun hadisesi Türkiye gündemine oturmuştu. Bütün gazetelerde boy boy resimleri, macerası, konuşmaları, mesajlarıyla hayatı ve yoksulluğa isyan hareketi manşetlerden düşmeyen meşhur biriydi.

Aynı koğuşta kaldığımız Necdet Elmas, kabiliyetli, zeki, kibar, nezaketli bir insandı. Bizlerle tanıştıktan sonra konuşuyor, sohbetleri dinliyordu. Hayatında değişiklikler olmaya başlamıştı. Biz cemaatle namaz kılardık o da kılmaya başlamıştı. Kur’ân okumayı bizlerden öğrendi. Bizlerle sohbet etmeyi severdi. Risalelerden okuyup anlıyor, istifade ediyordu. Bizlerden çok memnun olmuştu...

“Sizlerin sayesinde hayatım değişti” derdi. Dünya öküz ile balığın üstünde mevzusunu Risale-i Nur’dan okuyup izah edince çok hoşuna gitmişti. Bu konuyu birisiyle tartışmış. Hemen bana geldi. Şu sevr ve hut meselesi olan kitabı ver, dedi. O tartıştığı kişiye okuyacakmış. Kitabı alıp götürdü. O zamanın gazetelerinde şöyle bir haber yer almıştı: “Necdet Elmas, hapishanede tanıştığı Nur Cemaati’nden kişiler aracılığı ile dine yöneldi…”

Necdet Elmas, hapishaneye çorbanın içinde getirttiği silâhla tekrar kaçmaya teşebbüs etmiş. Elinde silâhla ‘Ben Necdet Elmas, çekilin yoksa öldürürüm’ deyince gardiyanlar, muhafızlar, görevliler herkes çekilivermiş. O kaçmak üzere dış kapı çıkışında sivil kıyafetli bir gardiyan arkasından yakalamış. Bir el ateş eden silâh, tutukluk yapınca tekrar yakalanmıştı. Çok dayak yemiş olmalı, durumu kötüydü. Başka yere nakil edildikten sonra bana, başka kardeşlere gönderdiği mektuplarda saygı ifadeleri vardı. Tam huzuru bulmuşken hata yaptığını, pişman olduğunu anlatıyordu…

Türkiye’nin ilk banka soyguncusu Necdet Elmas’ın Risale-i Nur ile tanışması

CUMHURİYET GAZETESİ YAZARI ŞADİ ALKILIÇ İLE AYNI KOĞUŞ

Lütfullah Şadi Alkılıç, Cumhuriyet Gazetesi’nde 12 Aralık 1962 tarihinde yayınlanan yazısında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konmuş. Bizler de aynı koğuşta kaldık. Yaşantımız, kıyafetimiz ve konuşmalarımız düzgün olduğundan o koğuşta kalmamızı Şadi Alkılıç istemiş. Dinî yaşantımızı, kitap okumamızı, cemaatle namaz kıldığımızı saygıyla karşılardı. Risale-i Nurlar’dan okuyup anlattığımız zaman dinlerdi.

O koğuşta Cumhuriyet Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürü Kayhan Sağlamer ve bir milletvekili vardı. Şadi Alkılıç bizlerle tartışıp konuşurken milletvekili bulunduğu yerden seslenmişti. “Ya Şadi! O gençleri de zehirleyip kendine benzetme!” demişti. O da cevap vermişti: “Onların öyle sağlam fikirleri, sarsılmaz düşünceleri var ki yanılması, değişmesi mümkün değil. Onların savundukları yüksek ve hür fikirler ve kitaplar çok önemlidir. Said Nursî Türk fikir hayatının namusunu kurtaran adamdır” demişti.

Üzeyir Şenler, Şadi Alkılıç’la epey tartışıp sohbet ettikten sonra Risale-i Nur’dan yerlerini gösterip misaller vermişti. Nurcular hakkındaki ön yargısı gitmiş, birçok hakikati de kabul etmişti. Sohbetin sonunda Üzeyir Şenler’e mesleğini sordu. O da ‘Seyyar satıcıyım, elbise satardım’ deyince bozulmuş. “İslâmiyet’te, Nurculukta yalan söylemek var mı?’ demiş. Hayrola ne oldu? deyince Alkılıç: “Sen kendini saklıyorsun. Bu anlattıklarına göre ya bir ilim adamı ya da profesör olmalısın” demiş. O da anlattıklarının Üstad Bediüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan aldığı yüksek hakikatler olduğunu anlatmıştı…

Sultanahmet Cezaevi’nde yaklaşık bir ay tutuklu kaldıktan sonra 24.01.1963 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere tahliye olduk. Bizden bir hafta sonra 31.01.1963 tarihinde Hüseyin Coşkun, Mehmet Akay, Kemal Kalkan, Yurtaslan Bıyıklı, Üzeyir Şenler, Mehmet Kutlular ve Fehmi Aydoğmuş tutuksuz yargılanmak üzere tahliye oldular. Mahkeme devam etti. En nihayet 17.03.1967 Tarihinde mahkeme sonuçlandı. Kitaplar iade edildi. Mehmet Akay, Yurtaslan Bıyıklı ve Kemal Kalkan tutuklu kaldıkları süre mahkûmiyetlerine sayılmak üzere ikişer sene hapislerine hükmedildi…

YENİ ASYA DOĞUYOR…

Askerlikten dersanede kalıp hizmetlere devam ediyorduk. Rahmetli Tahiri Mutlu Ağabeyle Zülfikar’ı bastırmak için dersanede çalışıyorduk. Hizmetlerimizin neşri ve dâvâmızı savunmak üzere günlük yayınlanacak gazeteye duyulan ihtiyaç üzerine ağabeyler, Yeni Asya’nın çıkmasına karar vermişlerdi. Sevinçle ve heyecanla gazetemizin yayın hazırlıkları başlamıştı. Yeni Asya’ya Yazı İşleri Müdürü aranıyordu. Verecek paramız yoktu. Lise mezunu olduğum için bana sordular. Kabul ettim ve para filan istemem, dedim. Selahattin Şafak, gazetede ismimi görünce Tahiri Ağabey’e Sabahattin Yeni Asya’nın Yazı İşleri Müdürü olmuş, dedi. O da öyle mi? dedi.

Ahmet Tanyel, Zübeyir Ağabeye söylemiş. Beni Tevruz Apartmanı’na çağırdılar. Gazeteden ve hizmetteki ağabeyler vardı. Toplantıda Zübeyir Ağabey, Sabahattin kardeş kendi istiyorsa tamam. Başkasının zoruyla ehli medrese gazetede olmaz, dedi. Ben de ağabey, senin rızan olmasa benim ne işim olur gazetede, dedim. Benim lise diplomam olduğu için fahri olarak, ücretsiz ismim olacak. Ben zaten dershanede kalıp hizmet ediyorum, dedim. Kardeş sen orada gazetenin ihtiyacı düzelinceye kadar kal, dedi. Kaldık ve uzun yıllar çileli hizmetlere talip olduk. Yeni Asya Gazetesi yayın hayatına böyle başladı ve hâlâ 50 senedir Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle yoluna istikametle devam ediyor…

-SON-

Okunma Sayısı: 9330
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı