İsrail, 7 Ekim Cumartesi, yani şu Yahudilerce kutsal sayılan ve İbranice “Şabbat” denilen, haftalık şu “dinlenme” gününün tam sabahında “sürpriz” bir şekilde, Hamas’ın silahlı kanadını teşkil eden İzzeddin El-Kassam Tugayları tarafından “Aksâ Tûfanı” adı verilen, şu karadan, havadan, hem de denizden atılan yüzlerce roketleriyle vuruldu.
Hamas, aynı zamanda, eş güdümlü olarak, İsrail tarafına sızan askeri ajanlarıyla da, elân, İsrail hapishanelerinde tutulan ve içinde epey sayıda çocuk, hem de kadınların bulunduğu ve toplam 4.500 kişi olduğu ifade edilen tutukluya mukabil, hem de “misilleme” olmak üzere, yüzlerce İsrail vatandaşını esir alıp, kendine “rehine” hâline getirdi.
Kısaltılmış şekli Hamas, tam ismi “İslâmî Direniş Hareketi” olan bu örgütümüz, 1987 yılında Mısır menşeli şu “Müslüman Kardeşler” Topluluğunun Filistinli üyeleri tarafından kuruldu. Hareketin lideri, 2004 yılında İsrail tarafından suikast ile öldürülen Şeyh Ahmed Yâsin idi. Amacını da, İsrail’in kuruluşu olan 1948’de ve sonrasında, özellikle de 1967’de “Altı Gün Savaşları”da denilen Arap-İsrail Savaşı’ını müteâkiben, İsrail’in, “haksız” olarak işgal ettiği şu Doğu Kudüs, Batı Şeria, hem de Gazze topraklarını muhtevî, yani içine alan ve “Filistîn” olarak tesmiye, hem de kabul ettikleri bölgede yeniden yeni bir müstakil, tam özgür bir “İslâm Devleti” kurmak şeklinde ilan etmiş.
Örgütün şu silahlı kanadını teşkil eden İzzeddin El-Kassam Tugayları ise 1991 yılında kuruldu. 2000’lı yıllardan itibaren de şu atılan roketlerin üretimi ve de kullanımı üzerine yoğunlaştı.
Örgüt, Mısır İhvân-ı Müslimîn Hareketi ya da Cemaati tarafından çok açık desteklenmesinin yanı sıra, İsrail’in, belki de en ezelî rakibi sayılabilecek konumda bulunan şu İran yönetiminden de çok ciddi anlamda, hem mâlî, hem de askerî teçhizat desteği almakta…
Operasyonun hemen sonrasında, ABD ve İngiltere, İsrail’in 1948’den bu yana devam eden şu mütemâdi, şu “sistematik işgalinden” hiç ama hiç bahsetmeden, bu durumu tamamen “göz ardı” ederek, tam bir pragmatizm, asıl da şu “oportünizm” örneği şu basın açıklamalarıyla, Hamas tarafından şu “karşı işgale” uğrayan İsrail’in hemen yanında yer aldılar. İsrail’in kendisini savunma hakkının olduğunu ve yapılan karşı operasyonun “meşru” olduğunu, bunun İsrail’in “meşru savunma hakkı” olduğunu deklare ettiler… Hatta öncesinde ABD, alelacele en gelişmiş iki uçak gemisini, sonrasında ise İngiltere birkaç savaş gemisini ve keşif amaçlı şu uçaklarını bölgeye, daha doğrusu İsrail’e hem yardım, hem de destek için seferber ettiler.
Fransa ve Almanya’da ise, Hamas yanlısı, hem de Filistin’in Özgürlüğünü destekleyen bütün gösteriler yasaklandı ve şu polis zoruyla, yani şu “şiddet” kullanılarak hemen bastırıldı. Fransa ve Almanya da, İsrail’in şu “karşı operasyonunu” desteklediklerini, bunun “meşru savunma hakkı” olduğunu açıkça, resmî olarak en üst perdeden ilan ettiler.
Peki, Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve sayıları 57’yi bulan şu koca İslâm Âlemi, şu İslâm ülkeleri ne mi yaptı dediniz!?...
Sadece “kınadılar” şu İsrail’i… Sadece o kadar… Ve “kınama”ya da devam ediyorlar…
Şu “caydırıcılık” adına, ne herhangi bir diplomatik girişim, meselâ İsrail’deki şu Büyükelçi, hem de diplomatlarını geri çekme veya kendi ülkesindeki şu İsrail Büyükelçi ve diplomatlarını geri gönderme, şu “istenmeyen kişi ilan etme” mi dediniz; emin olabilirsiniz, hiçbirisi olmadı…
Ya da biraz daha “cesurca” davranıp, hakkında şu “nass”la sâbit, İslâm’ın “Birinci Kıblesi” bulunan “Mescid-i Aksâ”yı şu “fiilî işgali” altında tutan İsrail’e, meselâ “diplomatik uyarı” niteliğinde bir “nota” vermek mi dediniz!?...
Bu “hazîn” hâl-i pürmelâlimiz, bana merhum Aliya İzzetbegoviç’in, içinde çok acıklı bir ironi de barındıran, şu “tarihe kazınmış” sözünü hemen derhâtır ettirdi: “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın ‘sessizliği’ olacaktır…”