Anayasa Mahkemesi, Gezi Davası’nda “mahkûm” olduktan sonra milletvekili seçilen Can Atalay hakkında “hak ihlâli” kararı vermiş, İstanbul 13. Ceza Mahkemesi’nin, hukukî prosedür gereği, AYM kararını uygulayarak Can Atalay’ı serbest bırakması beklenirken, garip bir şekilde, yerel mahkeme, dosyada karar verme yetkisinin AYM değil, Yargıtay’da olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermişti. Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise, Can Atalay’ın mahkûmiyet kararını onayan bir önceki kararın (yani yerel mahkeme olan 13. Ceza Mahkemesi’nin kararının) “doğru olduğunu” belirterek, Anayasa Mahkemesi’nin şu “ihlâl kararına” uymayı reddetmişti.
Son olarak, AYM’nin “Anayasa’yı ihlâl ettiğini ve yetkisini aştığını” kaydeden Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında “ihlâl” kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında “suç” duyurusunda bulunulmasına hükmetti. Yargıtay 3. Dairesi, ayrıca Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye “bildirim”de bulundu.
Konuyla ilgili, BBC Türkçe’ye konuşan ve değerlendirmede bulunan Eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Prof. Dr. Osman Can, “Bu AYM’nin ‘görevini yapamaz’ hâle gelmesi, tamamen ‘işlevini yitirmesi’ gibi bir sonuç doğurur… Buna siyaset biliminde ‘darbe’ derler! Bir an evvel bu hatalardan dönmeleri gerekiyor…” dedi.
Ben, olayı, konuyu, avâm olduğum için, şu “avâm diliyle” kendimce şöyle okuyorum…
Yargıtay, aslında şunu diyor ki:
Ey Anayasa Mahkemesi!
Sen, “keyfî” karar veriyorsun!
Sen, her ne kadar, şu verdiğin kararları kesin, hem de “tartışılmaz” görsen de, seni sigaya çeken bir Molla Kâsım gelir, ki, o da benim…
Ben seni -her ne kadar şu haddimi aşmış, tecavüz etmiş olsam da, bunu kendime bir hak, bir misyon, hem de “vazife” addederek, hem de görerek ve de “itikad” ederek- sonuna kadar, ben seni denetlerim, denetleyeceğim…
Sen, Anayasa’nın sana verdiği yetkiyi “kötüye kullanmak suretiyle” Anayasa’yı çiğniyorsun…
Durmadan, şu “içtihat” yoluyla, “keyfî” olarak şu “yetkini” arttırmak suretiyle, hem bizi, hem de bizim şu kararlarımızı hep değersiz, hep etkisiz kılıp, bizi hep ama hep “küçük” düşürüyorsun...
Yeter artık!
Biz, senin “o zannettiğin kadar” küçük değiliz…
Bizim de bir dayanma, bir tahammül sınırımız var ve sen o sınırı bu son kararınla aştın, artık şu sonucuna da katlanırsın…
Bakalım, TBMM konuyla, hem de kendisine yapılan şu “bildirim”le ilgili nasıl bir karar verecek, hep birlikte “pürdikkat” bekleyip göreceğiz…