İnsan seven bir varlık. Ailesini, dostlarını, bahçesini hatta eşyalarını seven bir varlık. Kimi zaman ayrılık yaşadığında fark ediyor insan onları ne kadar çok sevdiklerini…
Sevgi, insanın belki de en hassas, en güzide ve en temelli bir duygusudur. En basit tanımıyla sevgi insanı bir şeye veya bir insana karşı ilgi ve bağlılık göstermeye sevk eden duygudur. Dünyada her dilde karşılığı olan bir kelimedir, sevgi. Sevgi ilgilenmek, bağlanmak, yakınlık duymak, yokluğunda özlem çekmek, kısaca “kalpte bir yer ayırmak” yahut kalbi kendisiyle doldurmaktır... Zıddı “nefret” olan sevgi, aynı zamanda güven, dostluk, şefkat, iyilik severlik gibi duyguları da besleyen güçlü bir “eğilim”dir.
İnsanı insan yapan bu eğilimi ya da bu temel duyguyu “insaniyet-i kübra” olan İslâm önce kaynağı ile temasa geçirir, sonra bunun hem kaynağına karşı hem de varlıklar düzleminde bütün yaratıklara karşı gelişip gerçekleşmesi için hükümler ortaya koyar.
Kaynağı itibariyle sevgi, Yaratanımızın “Vedûd” isminin bizdeki yansımasından başka bir şey değildir. Bizdeki rahmet, adalet, şefkat gibi duygular Onun hilkatimize dokuduğu özellikler olduğu gibi sevgi de Onun kalbimize yerleştirdiği özelliktir. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz iki yerde kendisini “vedûd” yani “seven, sevgi duyan” şeklinde anmış,1 Resul-i Ekrem (asm) de Esma-i Hüsna listesinde Allah’ın “vedûd” ismini de zikretmiştir.2
Sevginin kaynağı doğrudan doğruya Rabbimiz olduğu için mü’minler öncelikle ve aslî olarak Onu sevmek, Ona bağlanmak, Ona muhabbet duymak durumundadırlar. Kur’ân’da, “Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir” ifadesiyle3 iman edenler böyle bir sevgiye özendirilmektedir. Kaldı ki insan, bu duygusu ile “güzel ve mükemmel olana” eğilim gösterir. Allah ise kâinatta tecelli eden cemal ve kemali ile “mutlak güzellik” sahibi olduğu için bunu gören ve buna inanan bir kimse kaçınılmaz olarak Ona nihayetsiz sevgi ve muhabbet duyar.
Yatay düzlemde ise insan, Allah’a olan sevgisinin bir tezahürü olarak, Onun adına olmak üzere, Onun esmasının tecellileri olan “âlemi” sever, tabiatı sever, hayvanları sever, insanları sever, anne-babasını sever, eşini sever, çocuklarını sever…
Peygamberimiz (asm) hayatı ve hadisleri ile bu konuda ümmetine hem örnek olmuş hem öğütlerde bulunmuştur. Bu manada, kendisi Allah’ı sonsuz bir muhabbetle sevmiş, kendini Ona (cc) sevdirmiş, ayrıca insanlar arası ilişkilerde de sevgi temelli hareket etmiştir. Mesela onun iman ile sevgi arasındaki ilişkiye dikkat çektiği şu hadisi ne kadar anlamlıdır: “Sizler iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsısınız”4. Yine o, başka bir hadisinde, “Amellerin en üstünü Allah için sevmektir” buyurmuştur.5
Sonuç olarak İslâm, bu en temel insanî duyguyu mutlak cemal sahibi olan Allah’a yöneltmeyi talep etmiş, ayrıca Onun adına ve Onun koyduğu ölçüler dahilinde yatay boyutta da bütün mahlukata yönelterek geliştirmeyi hedeflemiştir.
Dipnotlar:
1- Hud: 90.; Bürûc: 14.
2- Tirmizî, “Daavât”, 82.
3- Bakara: 165.
4- Müslim, “İman”, 94.
5- Nesâi, “Sünnet”, 2.