“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!” der şair. Nurlu bir şehirde, nur saçan güzel insanların gayretleriyle Nur tohumları bir kez daha saçıldı, Nurların doğduğu coğrafyaya. El Aziz’in Elazığ’a dönüş hikâyesi bile tek başına bu Nurlu doğuşun kıymetini ortaya koymaktadır.
Işık doğudan yükselirmiş, bu sefer Elazığ’dan yükseldi, hem parlayarak hem parlatarak… Bir medeniyet projesi olarak bölgeye cansuyu olan Keban Barajı’nın canlandırdığı koca bir coğrafya; cehalet, fakirlik ve ihtilâflarla boğuşturulurken, hakikatin önündeki setler çoğaldıkça çoğalırken dikenler arasındaki güllere talip olmak bir sevda işidir. Bu, candan ve gönülden Kur’ân’a sarılanların sevdasıdır. Biz bu sevdalılarla karşılaştık hafta sonu. “Bir gün Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığını görürsen hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedaîler ister” diyordu, Zübeyir Gündüzalp. Biz bu fedailerle tanıştık, görüştük, kucaklaştık.
Asımlar, Mehmetler, Ömer Faruklar, Kadirler, Ahmetler, Furkanlar, Ertuğrullar, Alperenler… Elazığlı genç kardeşlerimiz… Üstadımızı “sadakte”lerle tasdik eden “Saidler, Hamzalar, Ömerler…” bunlar olmalıydı. Cüneyd-i Bağdadî’nin “O kadar gizlidir ki melek onu bilmediği için sevap hanesine yazmaz, şeytan bilmediği için bozamaz, nefis bilmediği için şımarmaz” diye tarif ettiği ihlâs, eğer müşahhas hale getirilebilseydi, Elazığ’daydı denilebilirdi. Aynen öyleydi. Canla başla çalışarak programı eksiksiz bir şekilde gerçekleştiren, Bediüzzaman’ın sesini âleme duyurmayı en büyük vazife addeden Elazığlı ağabeylerimiz, hanım kardeşlerimiz, gençlerimiz… Emekleri o kadar kıymetli ki…
Bediüzzaman Said Nursî’nin çeşitli yönleriyle tanıtıldığı programı kıymetli hale getiren elbette ki maddî ve manevî buhranlarla sarsılan insanlığa iman hakikatlerini, karınca kararınca da olsa ulaştırma azmidir. Milyonlarca dolar harcanıp şaşaalı salonlarda, statlarda “Biz de buradayız” mesajı vermeye çalışan büyük kalabalıklarla âdeta gövde gösterisine dönüştürülerek yapılan faaliyetler, adına “İslâmî hizmet” de deseniz, onu değerli kılmaz. “Ölünceye kadar bu hizmetin emrinde olacağım inşallah abi!” “Tıp Fakültesine gideceğim, ama mutlaka dersanede kalmalıyım” diyen bir iki gence dokunabildiyse yaptıklarınız… Hürmeti, muhabbeti, “Ben de bu işin içinde olmalıyım” heyecanıyla çarpan kalpleri “dava” için koşuşturan gözlerde görebildiyseniz, kalplerde o samimiyeti hissedebildiyseniz… Kıyamete kadar bu kudsî davanın emin ellerde olacağına inanabilir, yaptığınız işin kıymetli olduğuna kâni olabilirsiniz.
Evet, Bediüzzaman Said Nursî Elazığ’da anıldı. Bediüzzaman Hazretleri çeşitli yönleriyle tanıtılırken Risale-i Nur hakikatlerinin hem bölge için, hem ülke ve insanlık için ne kadar önemli olduğu tekraren hatırlatıldı. Bir panelden öte anlamlar içeren program, ülkemizin belini büken elim hadiseler sonrasında tekrar canlanmaya, birlik ve beraberliğe ve tesanüde davet eden bir çağrı niteliğindeydi. Manevî bir susuzlukla yıllardır kavrulan yüreklere, yıllar sonra sunulan, tüm susuzlukları giderebilmenin yolunu gösteren serin bir yudumdu. Elazığ’la birlikte çevre illerden bu davete icabet edenler de bu yudumdan tatmışlardır elbet ve elbette saçılan Nur tohumlarının kendi memleketlerinde yeşermesi için de gerekeni yapacaklardır.
Bu işler böyledir. Atılan tohumların ne zaman nerede filizleneceğini Allah bilir. “Kader gayrete aşıktır” denilir ya. Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmaya gayret etmeli. Elazığ bu gayretin adıydı. Allah razı olsun.