07 Kasım 2013, Perşembe
Millî eğitim sistemimiz yaklaşık 90 yıldır bir türlü rayına giremedi. Deneme tahtası gibi, her gelen bakan yeni bir sistem deniyor, fakat olmuyor. Belki dünyada eğitim sistemi ile bu kadar uğraşılan başka bir ülke yoktur.
Kuralların yılda birkaç kez değiştiği de oluyor. Zorunlu eğitimi 12 yıldan 22 yıla çıkar, her öğrenciye bir bilgisayar ver, yine çare olmayacak.
Lise diplomamda, yabancı dil kısmına, Fransızca yazıyor. Arkadaşlarla konuşurken dedim ki, Fransızcadan aklımda kalan, bu nedir, cümlesinin karşılığı olan, kösköse kelimesidir. Bir arkadaş, o da yanlış kaldı, kösköse değil de, kesköse şeklinde olmalı dedi. Şimdi düşünelim, bir kişi liseyi, bitiriyor da aklında bir kelime bile kalmıyor, bu nasıl bir eğitim. Bu yazıyı okuyanların birçoğu belki üniversite mezunudur. İlkokul, Ortaokul, lise ve üniversite de yaklaşık 10 yıl İngilizce okumuşsunuzdur. Acaba hanginiz, yabancı biri ile karşılaşınca, İngilizce konuşabilir. Avrupa’da, bir yıl yabancı dil okuyan kişi, o dil ile rahatça anlaşabilir. 7 yıl imam hatip lisesinde, 2 veya 4 yıl da üniversitede Arapça okuyan hocaların çoğu, bir Arap ile karşılaşınca, şu yere nasıl gidebilirim gibi, basit bir cümleyi kuramaz. On küsur senede basit, bir cümle kurması öğretilemez mi? Kimseyi kınamıyorum, bu onların hatası değil, sistemin hatası. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, tarih, sosyal her ne ise, hepsi aynı. Sistemi ayakta tutan dershanelerdir. Eğer dershaneler olmazsa, liseyi bitiren öğrenci, üniversite imtihanına girse ve yalnız matematikten dört işlemden sorulsa, öğrencilerin yarısı başarısız olur. M.E.B. dünyaya rezil olur, 12 yılda dört işlemi öğretemeyen bir ülke olarak tarihe geçeriz. Hükümet, dershaneleri kapatmak düşüncesinde, bence buna yanaşmasa iyi olur, bunlar Türkiye’nin şerefini kurtarıyor.
İngilizler, Hindistan’ı işgal ettikleri zaman, öğrencileri köreltmek için, bilimsel değeri olmayan, matematikte logaritma cetvelleri gibi şeyleri ezberletmişler. Bizde de coğrafya dersi diye, nehir, şehir isimlerini, dünya devletlerinin sattığını, aldığını komşunun kaç tavuğu olduğunu, tarihte hangi devletler, nasıl anlaşma yaptı ve maddeleri nelerdir v.s. gibi şeyleri ezberledik. Şu anda dershaneler ve ailelerin gayretleri olmazsa, eğitimde Afrika’dan bile geri olduğumuz açıkça görülecek. En iyi yatırım, insana yapılan yatırımdır. Kitapları parasız ver, tablet bilgisayar dağıt, ne yaparsan yap, hiç faydası yok, asfalt üstünü ne kadar kaliteli tohum ekerseniz ekin, yeşermesi mümkün değil. Eğer çocuk okulda, aile ve dershane gibi faktörlerin etkisi olmadan bir şeyler alabiliyorsa, eğitim budur. Yoksa özel hoca tut, babandan öğren gel, demek çare değil, baba veya özel hoca öğretecekse, okul niye vardır.
Halkın çoğunluğunun ve hükümetin kafasında, dindar öğretmen yetiştirilirse M.E.B. düzeleceğini şeklinde bir düşünce var. Bu görüş kısmen doğru olabilir. Dinde bir hüküm vardır, şerrin defi, hayrın celbinden (alınmasından) önce gelir. Önce sistemi düzeltmek gerek. İyi bir sistemde, farzı muhal, dinsiz bir öğretmen, çok faydalı olabilir, fakat bozuk bir sistemde, dindar bir öğretmenin başarısız olması çok mümkün. Avrupa’ya ilahiyat eğitimi için giden bilim adamlarının çoğu, ateist hocalardan din dersi öğrenerek ilahiyatçı oluyor. Bozuk bir terazinin başına, Hz. Ömer’i bile oturtsanız, bin kere ölçse bile yine doğruyu bulamaz, fakat dinsiz bir adam, doğru terazi ile doğruyu çok rahat ölçebilir. Hem terazi, hem de insan doğru olsa ne âlâ, fakat sistem düzelirse yetişen insanlarda düzelir. Avrupa’ya bakın, mecburî eğitimi bitiren genç 25-35 bin arası kelime haznesi ile mezun olurken, bizim sistemimizde eğitim gören öğrenci 3500 kelime haznesi ile mezun oluyor. İngiltere’de, 3 ay kadar, boş kaldığım zamanlar, iyi bir Katolik lisesinde, fizik, kimya ve biyoloji derslerini, öğretmenlerden izin alarak, izledim, bu derslerden hiçbirinin sınıfta yapıldığına şahit olmadın, bütünü laboratuvarda, deneysel olarak yapıldı. Duydum unuttum, gördüm hatırladım, yaptım, öğrendim eğitimin temelidir. Bizler ise hep duyurarak öğretmek istiyoruz.
Tansu Çiller’in meşhur bir lâfı var, dünyada üç komünist ülke kaldı. K. Kore, Küba ve Türkiye. Komünizmden sonra, Özbekistan’da öğretmenlik yaptım, mantık şu, diyelim ki bir sınıfta 50 öğrenci var, öğretmen bunlarla hiç ilgilenmezse bile, bunlardan 3-5 tanesi kendiliğinden okuma yazmayı öğrenebilir, sistemi yürütmek içinde bunlar yeterli, diğerleri dolgu malzemesi gibidir. Türkiye’de de mantık aynı idi. Üst kademe bürokrat çocukları ile, zenginlerin çocukları okursa, devletin işi görülür, diğerleri resmî ideolojiyi öğrensin kâfi. Köylü niçin okusun ki, o hayvan yetiştirsin, buğday eksin, askerlik yapsın bize onlar lâzım, onlar okursa başımıza belâ olurlar. Okuyan, hak ister, soru sorar, düzeni beğenmez falan. Doğu, bunun için geri kaldı, ağalarla oralar idare edilmek istendi. Şimdi işler değişti, mızrak çuvala sığmıyor.
Özet olarak, antidemokratik, ezberci, resmî ideolojileri benimsemiş nesiller yetiştiren sistem yerine, hür düşünen, resmî veya gayrıresmî ideolojilerden uzak, tenkitçi, yorumlayan, ezbercilikten uzak nesiller yetiştirmek için aklı başında, demokratik bir eğitim sisteminin gelmesi şart.
Okunma Sayısı: 969
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.