"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman’ı hatırlamak

Osman Yiğit
03 Mayıs 2021, Pazartesi
Ben de çok istiyorum, postacının üzerinde Said Nursî imzalı mektup getirmesini. Kırmızı kitaplara uzanırken; ‘Risale-i Nur okumak, on defa benimle görüşmekten faydalıdır.’ sözün hatırıma geliyor. Ve şimdi seninle görüşmekten ziyadesiyle mesrurum.

Her şey eserlerini okuduktan sonra değişti. Var olan her şey anlamlı hale geldi, manalarını, sanatkârını, O’nun güzel ve müjdeli isimlerini gösterdi. Artık her şey farklı. Farklılığa vesile olan sen de farklısın benim nazarımda. Hiç unutulmayacak bir fark var sende. Ve hiç unutamadığım..

Hatırlamak vefa demek, işte bu da o vefanın hatırasına.

Belki sana sağlığında hatırını sormak bahtiyarlığına eremedim, acele edip kışta geldiğin için, ama sen hep hatırımdasın!

Bana her şey seni hatırlatıyor! Sen unutturulmaya çalışıldıkça tanındın. Görülmemek için gönderildiğin sürgün yerleri dünyanın her tarafından göründü, tanındı. Kayıt altına alındın, ama Nur kayıt altına alınmaz ki. Bütün engelleri deler geçer, dinsizlik duvarlarını tarumar eder.

Kuşlar yazdığın kitapları tebrike gelirdi pencerene. Sana veda için gökler ağlardı.

Mahlûkat seni unutmazken, biz nasıl unutalım! Ki onları Kur’ân’ın nuruyla; başıboş, serseri, gayesiz görülmekten kurtarıp, bir san’at şaheseri olarak hakikî kıymetlerini gösteren ve üzerlerinde Sanatkârının imzasını okutan zât elbette unutulmaz.

Hayatımıza “insanlık âleminin en Şereflisi”ni model olarak sunan zat unutulmamalı. Her şeyi anlamlandıran bir eserin yazarı, her şeye bakıldığında hatırlanmalı.

80 küsûr senelik ömründe, hayatın her safhasında yaşayan, hayatın her anında hatırlanmalı.

***

Her gün, nefsine hitaben yazdığın satırları seninle beraber mütalâa ederken, kırmızı kitapla sınırlı değil bu tefekkür, kâinatın sayfalarında da seninle beraberim. Seni hep Kâinat Kitabını mütalâa ederken bulup yine onunla baş başa bırakıyorum.

Hayatında, bir memlekette ve bir mekânda iken şimdi; her zaman, her mekândasın hatıralarınla.

Haritada hangi memlekete baksam; her eve kurduğun manevî üniversitenin kürsüsünde Nurlu sayfalardan sesleniyorsun herkese. Hangi ülkeye baksam, onlarca dilden milyonlarca insanla konuşuyorsun. Asya’da, Avrupa’da, Ortadoğu’da ve memleketimin her köşesinde, karada ve denizde senin izlerin var. Biliyorum Sen, dünyaya sığmayan bir insansın, fezada da seyahat edip kâinattan Hâlıkını soruyorsun.

Biz daha uzay seyahatinin hayalini kurarken Sen, bir asır önce dünya gemisiyle, feza denizinde seyahat edip, yıldızları temaşa ediyordun. Hilâlin halkasına takılan Ülker takımyıldızının salkımından tefekkür ziyafeti çekiyordun.

Araç fuarlarındaki hiçbir araç, seni taşıyan 53 model Chevrolet gibi dünyada eşsiz ve büyük bir insanı taşıma şerefine nail olamadı, olamayacak. Hiçbir gökdelen, senin kaldığın evler gibi yükseklik duygusu vermiyor insana.

Resim sergilerindeki resimleri ilk defa görmeme rağmen, yüz defa baktığım resmin kadar ilgimi çekmiyor. Sair resimlere ben bakarken, sen resimlerden bana bakıyorsun.

Kalemler, bilgisayardan daha üstün, Nurlu eserlerini ilk yazan onlar olduğu için.

Hayvanata nasıl davranılacağını senden öğrendik. İsimleri ve sıfatları değişti onların. ‘Öküz efendi’, ‘cumhuriyetçi karıncalar’, ‘işlek-merkep’ diyoruz. Tavuğa; yumurta makinesi diyoruz, sanatkârını hatırlayıp, hatırlatarak. Hayvanların gıybetini yapmıyoruz. Kediler nankörlükle yâd edilmiyor artık; onlar, her hayrın başında zikrettiğimiz ‘Rahman’ isminin zâkirleri. Bülbüllerden biz de Rezzak’a şükür namelerini dinliyoruz. Koyun, keçi birer süt fabrikası. Başımız üstündeki arılardan iktisat dersi alıyoruz.

Dünya değişiyor, kavramlar da. Fani hayattan lezzet alma yarışı içinde iken; istemeden girilen hapishaneler, dar duvarlar, yalnızlık, hayattan soyutlanma… vs den dolayı, korkulan mekânlar olup herkes kaçarken, Zamanın Bedi’si onu da değiştirdi. Sonsuzluğa açılan kapılar oldu zindanlar, hücreler. Dört duvar ekran olmuş, kâinatı temaşa ediyor o dershanenin talebeleri, baharın halılarını seriyor koğuşun zeminine ve o medresenin bahçesinden ellerinin uzanabildiği meyvelerle lezzetleniyorlar.

Kurulan idam sehpaları, senin nazarında kürsüdür. Bulunduğun mekânı dershane ittihaz edip dersini sunarsın. Seni idam etmeye çalışanların dahi aydınlanması için.

Minarelerin şerefelerinin korkuluğunda yürüyen Üstadım, bütün insanlığı kucaklamak için ellerini açmış.

Ayasofya’da herkes sessizlikle karşılaşırken, kubbede elli bin kişiye hitabın yankılanıyor.

Bütün âlem-i İslâm camilerinde yankılanıyor. Cami-i Emeviyedeki ‘Hutbe-i Şamiye’ ve hastalıklarımıza şifalar, biçare ruhlara ümid ve şevk veriyor.

Odamın kapısına ‘Her soruya cevap verilir’ yazmak geçiyor içimden; her soruya cevap veren Üstadın kitaplarını elimde tutarak. Artık bindiğim her araç, medrese-i seyyare-gezen dershane.

Elimdeki İşaratü’l İ’caz’ı okumak için siper arıyorum. Top güllelerinin, yazılan hakikatleri onaylarcasına TAM TAM sesleri yankılanıyor kulaklarımda. Mitralyözler kalemlere ritim tutuyor.

Törende çekilen topların yanında Molla Said ve telebeleri var. Ruslar’ın elinden aldıkları otuz topu Osmanlı karargâhına götürüyor.

Rusya’daki bir resmî geçit törenini izlerken; Rus başkomutanın önünden yerleri inleterek geçen askerlere rağmen, başkomutan önünden geçerken, Bediüzzaman kılını bile kıpırdatmıyor oturduğu yerden.

Dinin izzetini muhafaza eden insandan öğrendim ki, pasaport yalnız dünya için geçerli değil, idam fermanı da pasaport olabiliyor. Gafillerin dünyaları kararırken bir kurşunla, darağacıyla, Said’e nuranî dünyaların kapıları açılıyor. O ötelere buralardan daha müştak. Terhisin süruru var onda. Kavuştukları, terk ettiklerinden daha sevimli.

Sirkeci’ye gelen trenlerde, Avrupa’dan gelen Bediüzzaman’ı arıyor gözlerim, Rusya esaretinden yurda dönen.

Madalya törenlerinde; en büyük âlim unvanıyla ödüllendiriliyor, Milis Albayı Molla Said.

Makam, mevki ve servet için yarışanları gördükçe, bu zamanda eşsiz ve benzersiz olduğunu bir kez daha anlıyorum. Sen ki; üç yüz banknot maaş, Diyanet azalığı, şark umumî vaizliği, üniversite rektörlüğü tekliflerini tereddütsüz reddetmiştin. Bir kez daha durmuştun, ‘beni dünyaya çağırma’ sözünün arkasında.

Boğazda her gezide, boğazdaki yalıların ihtişam ve azametini fersah fersah geride bırakan Üstadımın, boğazın en güzel yalısını teklif ettiklerinde istiğnasındaki asalet arzı endam ediyor.

Boğazdaki kayıklar ilmin izzetini muhafaza için harama nazar etmeyen molla Said-i meşhuru hatırlatıyor. Büyük Millet Meclisi oturumunda Senin için yapılacak karşılama töreni gündem konusu.

İmansızlık denizlerinde boğulanları kurtarmak için Kur’ân’ın selâmet sahilinden burhan iplerini insanlığa uzatan bir adam geliyor Akdeniz’den. En çok kişinin boğulduğu sahildekilere ilk o geliyor, kurtarmak için denize itilen nesilleri. Herkesin aklına günahlar gelirken bahsedildiğinde, bense, iman hizmeti için Anadolu’ya gelen Bediüzzaman’ın sahile ayak basışını hatırlıyorum Antalya’yla.

 Gemi sirenleri, vakit girince Eğirdir Gölü’ndeki kayıkta göl ortasında namaza duran Üstadımın tekbir sesini hatırlatıyor.

9. Sözü okuyup, 10. Söze gelişimde, elimde kâğıt kalem hazır olur, çünkü Üstad her bölümü “nefsimle beraber dinle” derken, Haşir Risalesi’ne gelince “yaz kardaşım, 10. Söz, Haşir bahsi” dediği için. 

Herkes çınar ağaçlarının yaşını merak ederken, üzerinde hangi Risalenin telif edildiğini merak ediyorum. Gördüğüm her ağaç bir kürsü ve üzerinde Bediüzzaman tefekkür dersleri veriyor.

Ayakkabı mağazalarının camlarında, Barla’nın çamurlu yollarında elinde yırtık lastik ayakkabısıyla eve dönen Üstad canlanıyor gözlerimde. Her fırına gidişte, ekmeğe, Üstadımın katran ağacındaki ekmeğe uzandığı gibi uzanıp, bize rızık gönderen Cenab-ı Hakk’ın ismini telâffuz ediyorum.

Mağazada yiyecek reyonundan geçerken, gözüm Üstadın 6 ay yediği 1 kıyye pirince takılıyor.

Kahvaltıya gelen baldan büyükçe bir çay kaşığı alıyorum 1 ay yetmesini dileyerek. Her polis karakolunun üst katındaki pencerede Üstadı arıyor gözlerim. Her çaycı kelimesini duyuşumda, kırmızı çay yerine kırmızı kitap getirerek ruhumuzu ıslatıp serinleten Çaycı Emin Ağabeyi hatırlıyorum.

Hicaza gidenleri duyduğumda; ‘Mekke’de de olsam buraya gelmem lâzımdı. En çok burada ihtiyaç var’ deyişin çınlıyor kulaklarımda.

Faytonlarda Ceylan Ağabey Üstadı gezdiriyor. Valiliğin önünden geçişimde “iki yıl kaldığı ve valinin altı adet kızından hiçbirini tanımayan ve birbirinden ayırt etmeyen Molla Said”in misafir olduğu vali konağını hayal ediyorum.

Adliye binası salonlarında “sönmez ve söndürülmez manevî güneş olan Kur’ân’ın bu zamandaki manevî mu’cizesi olan Risale-i Nur Külliyatı’nı okuyan ve ona hizmet eden Nur Talebelerinin beraatına karar verilmiştir” sözleri yankılanıyor.

Ben de çok istiyorum, postacının üzerinde Said Nursî imzalı mektup getirmesini. Hafızların okuduğu Kur’ân’ı dinlerken, Nurlu eserlerin 33 âyetle müjdelenmesini hatırlıyorum. Hediye çekilişlerinde, hiç kimseden hediye kabul etmemek olan istiğnan çıkıyor zihin paketinden.

Uzay teleskopundan gelen fotoğrafların üzerinde Âyetü’l Kübra’yı okuyorum. Her seyahatimde seni takdir ediyorum; omzumdaki ağır yüklerin altında terlerken. Sen misafirliğin sırrını keşfettiğin için, o tek sepetinin hafifliğiyle yıldızlara kadar yükseldin, hayalimizin erişemediği âlemlerde seyahat ettin. Bizse yükümüzün ağırlığıyla bir ilden başka bir ile giderken zor hareket ediyoruz dünya misafirhanesinin ağır yüklerini yüklenmekten.

Japonya denilince herkesin aklına teknolojik fabrikaları gelirken, seni tanıyanlar Japonya Halk Kütüphanesi’ni hatırlar; Japonya’yı gerçek anlamda kalkındıracak olan en büyük sermayeyle.

Her resmî geçit töreninde, devletlülerin önünden askerler geçerken; Üstadın 31 Mart vak’asında isyanını bastırdığı 8 tabur asker hatırıma gelir, nazarımı kaldırdığımda ise; bahar mevsiminde mevcudatın resmî geçidini temaşa ederim.

23 Nisan Dünya Çocuk Bayramı’nda; ebedî hayatlarını kurtarıp dünyalarını güzelleştirdiğin bütün çocukları temsilen; gittiğin her yerde seni karşılayıp, uğurlayan ve duâ istediğin çocuklar geliyor hatırıma.

Kaleler kumandansız değil. Nur’un Kahraman Kumandanı binler genç Said’lere hizmet emrini veriyor kale burçlarından. Binbaşı Asım, Albay Hulusi, Yüzbaşı Re’fet, Ders-i Hakaik talimi yaptırıyorlar küre-i arz dershanesinde.

Her zafer kutlamasında sen hatırlardasın. Bin yıllık bir saldırının önünü alan ve şüphe ordularını tarumar eden destanın kıyamete kadar söylenecek.

Ey Aziz Üstad!

Dağlar herkese engelken, sana yelkenli oldu feza denizinde yüzerken.

Risale-i Nur’daki iman-ı tahkikinin dersini hapiste yazdın, şükrünü Ak Mescit’te yaptın.

Kabirlerin önünden geçenler ürperip korkarken, sen şehitlerin dersini dinledin durup bakarken.

Örnek verirdin bir haşhaş büzürü /tohumu yirmi bin tohumu netice, verir diye oysa senin ektiğin Nur tohumları milyonlarca Said’i meyve verdi. Dostluk denince ilk akla gelen sensin. Yüz yıllardır düşman yapılan din ile bilimi barıştırdın, dost yaptın. Öyle bir dostluk ki, iki bedende bir ruh. O ruhun aklı bilim, kalbi iman oldu. Onu ayırmaya çalışanlar, hayata kastedenlerden başka kimlerdir?

Nerede bir ilâç görsem, senin eczanen gelir akla. Ve o eczanedeki ilâçların anında etkisini gösteriyor, her kesime ve herkese faydalı oluyor yan etki yapmadan.

Her tren geçişinde, ‘feraizi eda edip, kebairden-büyük günahlardan çekinmek şartıyla, bütün çalışmaların ibadet olduğu…’ diye demir yolu işçilerine yapılan ders çınlıyor kulaklarımda.

Balonlar, Kur’ân’ın elmas ve mücevherat dükkânının dellâlının nidasını hatırlatırken çocuksu heveslerden kurtuluyorum.

Mevsimleri seviyorum

Kışı ve soğuğu; zehirli haliyle afyon zindanlarında camların 2 mm buz tuttuğu halde koğuşta hasta ve soğuktan üşüyen Üstadım için seviyorum. Her kar yağışında, o beyaz sayfanın üzerinde; “acele ettim kışta geldim” diyen Üstadımın portresi beliriyor.

Baharı; rengârenk çiçekler misali sevki İlâhinin savurduğu Nur tohumlarıyla neşv-ü nema bulan, binlerce çiçek misal Said’ler için. Baharın çiçekli ağaçları arasında; Cennette gezen, Hafız Ali’leri, Feyzi’leri, Abdurrahman’ları, Asım’ları görüyorum.

Yaz mevsimini; Başid başında buz olduğunun ispatını bizzat gidip o zirvede onu temaşa eden Üstadımdan dolayı Mevsim-i hazanı baharın gelmesi için terhis olan ve Eskişehir’deki otelin balkonunda oturan Bediüzzaman’a el sallayan yapraklarla seviyorum.

Cep telefonu çalışında;

‘Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum.’ sözleri geliyor kulağıma.

23 Martta:

Hz. İbrahim’i ateşe atarlarken üzülen ve ağlayanlar; kendilerini ateşten kurtarmak için ateşte yanmaya razı olanı karşılarken bu kez sevinçten ağladılar.

Beni anlamıyorlar, yahut anlamak istemiyorlar dediği insanların tanıyamadığı Üstadıma onu tanıyan göklerin, vedasına ağlarken akıttığı kandan gözyaşlarıyla gök gürültüsünün ağıtı duyuluyor.

Akdamar Adası’ndaki inşaatın yarım kaldı, ama; Atardamar ve Toplardamara sahip bütün kalp ülkelerine kuruldu ihtişamla Risale-i Nur Üniversiten. Ve ‘tahkik-i iman vesikası’yla mezun oluyor talebelerin.

Kırmızı kitaplara uzanırken; ‘Risale-i Nur okumak, on defa benimle görüşmekten faydalıdır.’ sözün hatırıma geliyor. 

Ve şimdi seninle görüşmekten ziyadesiyle mesrurum.

Okunma Sayısı: 2936
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • FAHRİ UTKAN

    3.5.2021 19:12:30

    Hissiyatını çok güzel kaleme dökmüşsün, tebriklerle beraber devamını dilerim.

  • Harun Yurtoğlu

    3.5.2021 17:14:41

    Ümmet, Bediüzzaman Hazretlerini takip ederse kurtulur.

  • nabi turak

    3.5.2021 14:25:51

    Osman kardeşim maşaAllah bu duygu ve hissiyatlı makalenizi maziye giderek bir solukta okudum. Maşaallah kaleminize yüreğinize sağlık.Kardeşim makalenizle bizleri adeta Üstadımıza muhatap ederek mazi kıtalarında dolaştırıyorsunuz.Rabbim bu neviden yazılarınızın devamını getirsin tesirini ziyade eylesin Amin .Selam ve muhabbetlerimle Allah a C.C.emanet olunuz.

  • Ömer Yavuz

    3.5.2021 13:21:54

    Maşâallah, bizlerde böyle bir Risale-i Nur sevdalısının satırlarını okumaktan mesruruz ağabey.

  • fatih ekinci

    3.5.2021 11:20:13

    MaşaAllah çok güzel ve muhit olmuş... daima okunacak feyyaz minik bir "Makale Tarihçe" olması için şöyle bir fikrim var, istifade yi ziyade kılmak niyetiyle şöyle bir değişikliğe tabi tutulsa iyi olur kanaatindeyim. 3 kısma tefrik ederek "1. makale-birinci said dönemi...2. makale-ikinci said dönemi...3. makale-üçüncü said dönemi"... makaleler kronolojik sıra takip edilerek doğum tarihi ile başlayıp ahirete irtihal tarihine kadar geçen senelerin en sembolik ve merakaver olan hadiseleri ile kayıt edilmesi. malum ya, küçük şeyler ehemmiyetli oluyor, tohumlar gibi, siz O tohumda muazzam çınar olan Risale-i Nur Şahs-ı Manevisini göstereceksiniz. Allah muvaffak ve te'sirini daimi eylesin inşaAllah. Baki Selam...

  • Süleyman Solak

    3.5.2021 10:26:00

    Maşâallah güzel tefekkür pencereleri açıyor. 👏

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı