Aklım erdiğinden beri, (dindar bir ailede büyümenin tesiriyle de) bu Ayasofya’nın vaziyetini öğrendikten sonra, hep bizim sevdamız olmuştur. Risale-i Nurlar’la müşerref olduktan sonra da, Üstadın Ayasofya hasret ve idealini okuduk.
Nice muhterem zatlar, Ayasofya’nın açılma hayali tahakkuk etmeden, bu dünyadan göçtü gitti. Bu mevzuda çok destanlar, şiirler yazıldı. Biz de 19-20 yaş içinde bir gençken, o zaman Yeni Asya’da yazdığımız Fetih destanında, Ayasofya’yı, şöyle zikretmişiz.
“Bir kilise vardı kocaman, ismi “Ayasofya”.
Cami yaptı orayı. Ne de olsa Fatih’ti ya.
Tarihler yazdı bu büyük fethi, çizdi coğrafya.
Bir çağ değiştirdi. Hem bağlandı, Avrupa-Asya.
“Ya Rab!” dedi Fatih. “Sana mabed yaptım burasını,
Benden sonra gelen kim kaparsa, bulsun belâsını!”
Böyle dedin Fatih, bak şimdi Ayasofya ne halde?
Zincirini kıracak bir el arıyor. Söyle, o nerde?
Ne acaib bir iş, gülüyor âlem-i Nasara.
Onlar mesrur. Bizim kalbimizde açıldı yara.
Ayasofya! Sana vurdular zincir, düştün dara.
Fakat, biter bu dert. Günlerin kalmaz kara.
Açılacaksın artık! Kırılacak o hain eller.
Matemin bitecek! Bir gün üstünde ezanlar inler.
Yakındır küfrün sonu. Bitecek senin hazin çilen.
Yayılıyor nur-u İslâm! Nesl-i âtîdir bu gelen.”
Evet, Ayasofya hasreti bitti. Siyasî cihetleri farklı olsa da, bütün dindar insanların ortak paydası olan Ayasofya hasreti, inşâallah, artık sona erdi. Takriben elli seneye yakın zaman önce yazdığımız o şiir de dâhil, Yeni Asya; bu aşkın, sevdanın, hasretin başlarını çekenlerden olmuştur. Nice yazılar, şiirler orada serdedilmiştir. Bir çoğunu hatırlıyorum. Fakat, aklımdan hiç çıkmayan bir kısım var ki, o bana çok enteresan gelmişti. O zamanlar Yeni Asya yazarı olan, rahmetli İbrahim Hakkı Konyalı, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi sırasında minarelerin yıkılacağını duyunca, bunun mümkün olmadığını, Fatih’ten sonra Mimar Sinan da Ayasofya’yı güçlendirmek ve yıkılmasına mania olmak için iki minare daha ilâve edip kubbeye bağlayarak, sağlam bir irtibat yapmış, eğer bu minareler kaldırılırsa, Ayasofya diye bir şeyin ortada kalmayacağını söylemiş ve minarelerin yıkılmaktan kurtulmasını sağlamıştır. (Enteresan bir şey, ben bu malûmatı, yine de hata yapmayayım diye Google’dan araştırırken, Cumhurbaşkanının da, bundan bahsettiğini öğrendim.)
Ayrıca, “Allah, Muhammed (asm) ve dört halife v.s. levhalarını da kaldırıp, bir depoya götürmek istemişler. Fakat, kapıdan çıkaramamışlar. Çünkü, levhalar kapıdan büyükmüş. Vay mübarek ecdat vay... yoksa, Ayasofya’yı kapatan irade, orada levha da bırakmazdı.
Evet, artık Ayasofya sevda ve hasreti bitti. Bu uğurda, gayret gösterenlerin hepsine şükranlarımızı sunarız.
AYASOFYA’YA SİTEM!
Ayasofya, bana bak mahzun Ayasofya !
Ya aç kapını, içinde namaz kılalım.
Ya da kaçıl kenara, biz seni açalım !
Hem açalım ki; âleme nur saçalım.
Minârelerin var, ama ezan okunmaz.
Sûretler çıkarmışlar ortaya, kimse dokunmaz.
Ne Muhammed’e (asm) yararsın, ne de İsâ’ya (as)
Dinsizce dur ortada..olur mu öyle ya?
Sen bize yüce Fatih’in emanetisin.
Hem; onun emrin, vasiyetin bilmez misin?
Bedbahtlar seni bu hâle getirdi diye..
Bakacak mıyız öyle hep? ilâ nihâye..
Ayasofya! Çok sitem ettim üzdüm seni.
Anla artık ! anlıyorsun değil mi beni ?
İçimiz kan ağlıyor sen öyle durdukça.
Bütün Müslümanlar seni bize sordukça.
Ayağa kalk Ayasofya ! Kıyam et de kalk!
Bu gelen Bediüzzaman’ın neslidir bak!
Üstadın arzusunu yerine getirip,
Küfrün belini kırdı, hem de bitirip..
Artık rahat ol ! içinde okunur Kur’an.