"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Felaket”ten çıkan saadet çiçekleri

Prof. Dr. İlyas Üzüm
24 Mart 2023, Cuma 16:31
Bediüzzaman’dan “Musibet” Konusunda Üç Çarpıcı Tespit: “Musibet” Kavramını Yeniden Tanımlamak, Toplum Genelini Vuran Musibetlerin Çoğunluğun Hatasından Kaynaklanması, “Felaket”i “Saadet”e Dönüştürmenin İmkânı

GÖRÜŞ: Prof. Dr. İlyas Üzüm
[email protected]

İnsan; bilgi, düşünce ve kabullerinden oluşan bir gözlükle bakar varlıklara ve olaylara. Kimisi “yağmur yağıyor” derken, kimisi “yağmur yağdırılıyor” der. Kimisi “bebek doğdu” diye cümle kurarken kimisi “Yaratıcı harika bir surette bebek yarattı” diye ifadede bulunur. Kimisi “plakalar sürtündü, deprem oldu” der, kimisi “Allah bildiğimiz, bilmediğimiz hikmetlerle, dev plakaların birbiriyle sürtünmesini sağlayarak deprem meydana getirdi” der. Kimisi “öldü, hayatı bitti” der, kimisi “öldü ama yok olmadı, yeni bir hayata doğdu” diye açıklamada bulunur. Kısacası bakış açısı varlıkları, olay ve olguları birbirinden tamamen farklı biçimde görmeye ya da yorumlamaya sevk eder insanları. 

Bakış açısı yahut “dünya görüşü”nün bu kadar belirleyici olduğunu düşündüğümüzde kaçınılmaz olarak şu soru geliyor aklımıza: Doğru bakış açısı nedir ve nasıl kazanılır? Bu soruya en kısa şekilde, “insaniyetimizle ve kainatla uyumlu olan açıklamalardır doğru bakış açısı, kazanılması da bunu ihtiva eden vahye nüfuz etmeye çalışarak” diye cevap verilebilir. Başka bir ifadeyle sağlıklı bakış açısı fiziki alemdeki işleyişle uyumlu olarak aklımızı ikna ve duygularımızı tatmin eden yaklaşımdır!

Hiç şüphe yok ki bu da insanı ve evreni var eden Yaratıcının biz insanlara mesajı olan vahiydir ve vahyî açıklamalardır. Vahiy “alemlerin Rabbi olan Allah’ın bütün insanlığa bir tür konuşması” olduğu için varlıkları ve olayları bir yönüyle ya da bir açıdan değil; bir “bütün halinde” görüp açıklar. Diğer bir ifadeyle vahyin açıklamasında tek bir “açı” ya da tek bir “boyut” olmayıp “bütünlük”, “mutlaklık” ve “küllîlik” vardır. Ancak insanların vahyî bilgiye nüfûzu “küllî” ve “umumî” olmadığı, olamayacağı için sınırlıdır. Dolayısıyla bir alimin ya da müfessirin hatta bir müminin vahiyle irtibatı oranında sahip olduğu “vahyî bir bakış açısı”ndan söz edilebilir. Bu noktada ilk sırayı vahyin kendilerine geldiği peygamberler alır, sonra da vahye ve peygamberî bakış açısına nüfûzu oranında muhakkik alimler gelir… İşte Bediüzzaman’ı tam da bu kategoriye giren alim olarak görüyoruz. Zira o daha 33 yaşlarında iken tefsire giriş olarak Kur’an’ı anlama metodolojisi diyebileceğimiz “Muhakemât” isimli eserini yazmış, ardından Birinci Dünya Savaşı şartlarında cephede, at üstünde Fatiha suresi ile Bakara suresinin ilk 33 ayetinin tefsiri olarak “İşârâtü’l-i’câz”ı kaleme almış, daha sonra da çok olumsuz şartlar ve zorluklar içinde hayatını “Kur’an hakikatlerini açıklamaya” hasrederek tematik bir tefsir olarak Risale-i Nur’u telif etmiştir. Sözü uzatmadan ülke olarak, toplum olarak içinde yaşadığımız sıkıntılı süreci dikkate alarak onun çeşitli vesilelerle “musibet”lere dair tespit ve açıklamalarından üçüne işaret etmek istiyoruz. 

ASIL MUSİBET DİNE GELEN MUSİBETTİR!

Sözlükte ulaşmak, hedefini bulmak, dokunmak anlamındaki “isabet” kökünden gelen “musibet” başımıza gelen olumlu-olumsuz, iyi-kötü, istediğimiz-istemediğimiz olaylar anlamına gelir. Nitekim bir ayette “Size isabet eden güzellikler Allah’tan, size isabet eden kötülükler sizin kendinizdendir” (Nisa 4/79) buyrulmuştur. Ancak bu kelime dilimize daha çok “insanın beklemediği, arzu etmediği ve zarar gördüğünü düşündüğü olumsuz olaylar” anlamında yansımıştır. Bu anlamda biz ferdî hayatımızla ilgili olarak başımıza gelen sıkıntı, hastalık ve problemleri musibet olarak andığımız gibi, toplum olarak karşılaştığımız sel, kuraklık, deprem gibi olayları da musibet olarak niteler; bazen ikinci kategoriye giren olayları afet, belâ, felaket gibi kelimelerle de ifade ederiz. 

Bediüzzaman Kur’an-ı Kerim’deki Eyyûb (asm)’ın kıssasını yorumlarken “musibet” kavramına -deyim yerindeyse- ezber bozan bir açıklama getiriyor. Bize -kendi anlayışımıza göre- zarar veren her şeyin musibet olduğuna işaret etmekle beraber, “Asıl musibet ve muzır musibet dine gelen musibettir” diyor. Bu musibetten her vakit Allah’a sığınmak gerektiğini ifade ettikten sonra şöyle diyor: “Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtâr-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, ilâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir..." (Lem’alar, İkinci Lem’a, Beşinci Nükte). 

Görüldüğü gibi Bediüzzaman musibetleri dinî olan ve dinî olmayan şeklinde ikiye ayırıp dinî olmayan musibetlerin, -bir açıdan- musibet bile olmayacağını, çünkü bir kısmının ilahî uyarı ve irşat olduğunu, bir kısmının günahlara keffârât olduğunu, bir kısmının gafletin giderilmesine vesile olduğunu söylüyor. Metinde açıkça zikrolunmasa da “dine gelen musibet” ifadesinden kişinin inanç alanında yaşadığı itikadî sapmalar ya da savrulmalar, amelî alanda farzları yerine getirmedeki ihmaller ya da zaaflar veya büyük günahlarda yuvarlanmalar ve istiğfarsızlıklar… gibi durumlar kast ediliyor. Bediüzzzaman bu tür musibetlerden her zaman dergâh-ı ilahîye sığınmak gerektiğine dikkat çekiyor.

Diğer taraftan Bediüzzaman bu tespitini Eyyûp peygamberin hastalığı üzerinden paylaştığı için dine gelen musibetleri ferdi bazda ifade ediyor ise de, bunu toplum hayatına teşmil etmeye mani görünmüyor. Dolayısıyla toplumun başına gelen ve toplumsal acı ve travmalara yol açan olaylar da musibet olmakla beraber, ondan daha beteri toplumun dinî alandaki zaaflarını, savrulmalarını, ihmallerini “asıl ve muzır musibet” olarak görmek gerekiyor, diye anlaşılıyor.

GENEL MUSİBETLER, ÇOĞUNLUĞUN HATASINDAN KAYNAKLANIR!

Musibetler “ferdî musibetler” ve “topluma gelen musibetler” diye ikiye ayrılabileceği gibi topluma gelen musibetleri de “kısmî musibetler” ve “umumî musibetler” şeklinde ikiye ayırmak mümkün. Bu çerçevede umumî musibetleri “doğrudan veya dolaylı olarak toplum genelini etkileyen musibetler” şeklinde tanımlayabiliriz. Bediüzzaman’ın musibetler konusunda bir diğer çarpıcı tespiti yahut uyarısı da umumî musibetlerle ilgili. Şöyle diyor o: “Musibet-i âmme ekseriyetin hatasından terettüp eder” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, İstanbul 2020, s. 467). Yani toplum genelini etkileyen musibetler toplum çoğunluğunun yaptığı hatalardan kaynaklanır. Bediüzzaman’ın burada musibet ile “hata” arasında kurduğu ilişki doğrudan şu ayete dayanmaktadır: “Başınıza her ne musibet gelirse kendi ellerinizle yaptıklarınızdan dolayıdır. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder” (Şura 42/30). Söz konusu ayete göre Allah biz insanların fert olarak veya toplum olarak yaptığımız her hata ya da günaha karşılık bir musibet vermeyip çoğunu affetmekte, ama duçar olduğumuz musibetler de günahlarımızın neticesi olarak gerçekleşmektedir. Bediüzzaman’ın toplum genelini vuran musibetin “çoğunluğun hatasından kaynaklandığı” fikri ise, bu dünyada -insanların amelleriyle ilgili olan boyutu itibariyle- perdeli şekilde tecelli eden (çünkü mutlak adaletin gerçekleşeceği yer ahirettir) ilahî adaletle ilgili olmalıdır. Çünkü imtihan şartlarına halel gelmemesi için “çoğunluğun” hatasından kaynaklanan musibet, sınırlı sayıdaki masumlara da gelmekle beraber (ancak masumlar hususi mükafatını ahirette alacaklardır) çoğunluğun hatası olması sebebiyle onları uyarmak üzere ammeyi yani geneli vurmaktadır. 

Ayet-i Kerimeyle uyumlu olarak ortaya konulan bu tespit çerçevesinde, toplum olarak hepimizi etkileyen deprem ve ülke çapında hâlen yaşanmakta olan kuraklık gibi genel musibetler karşısında kendimizi sorgulamamız zaruridir. Bunun için herkesin başkalarından ziyade kendisini merkeze alarak; a) Allaha karşı (hukûkullah), b) insanlara karşı (hukûku’l-ibâd) temel ödevlerini yerine getirip getirmediğini ya da ne kadar yerine getirdiğini veya getirmediğini belirleyip tövbe etmesi şarttır. Hakiki bir tövbe için ise; a) hatalarımızı tespit etmemiz, b) itiraf etmemiz, c) pişmanlık duymamız, d) istiğfar etmemiz, e) tekrarlamayacağımıza azmetmemiz, e) ilaveten “kul hakkıyla ilgili olanlar için” helallık almaya çalışmamız son derece önemlidir. Aksi halde tövbenin şartlarına riayet etmemiş oluruz.

Biraz daha somut değerlendirme yapmak gerekirse, yukarıda tövbenin şatları olarak saydığımız silsile içinde; mesela kendisini kainattaki eserleriyle tanıttıran Rabbimize karşı Onu fiil, isim ve sıfatlarıyla tanımaya çalıştık mı, çalışıyor muyuz? Onun sonsuz kemaline ve yüceliğine karşı hamd ve tesbih görevimizi yaptık mı, yapıyor muyuz? Onun sayısız nimetlerine karşı şükür vazifemizi yerine getirdik mi, getiriyor muyuz? Onun emir ve nehiylerine karşı yeterince duyarlılık gösterdik mi, gösteriyor muyuz?.. Aynı şekilde “kul hakkı” çerçevesinde müminleri iman kardeşimiz olarak görüp sevdik mi, görüp seviyor muyuz? İmandan mahrum olan insanlara iman hakikatlerini ulaştırmak için çaba sarf ettik mi, sarf ediyor muyuz? Aidiyeti, kimliği ne olursa olsun haksızlığa uğrayanların yanında olduk mu, oluyor muyuz? Bazı kesimlerin maruz kaldığı vahim hukuk ihlallerine karşı çıktık mı, çıkıyor muyuz?.. Öte yandan Yaratıcının bizlere emaneti olarak çevreyi, bitkileri, hayvanları kısacası kainatı koruyup gözettik mi, gözetiyor muyuz? Yine mesela Allah’ın verdiği dinî emirleri (evâmir-i diniye) kadar önemli olan fizikî aleme koyduğu emirlere (evâmir-i tekviniyye) karşı yeterince uyduk mu, uyuyor muyuz? Ormanlarımızı koruyor, ekolojik dengeye dikkat ediyor, mesela evlerimizi inşaat mühendisliği kriterlerine göre inşa ettik mi, ediyor muyuz?... Daha eklenebilecek öteki soruları da sorup kendimizi sorgulamamız ve gereğini yapmaya çalışmamız zorunluluk arz ediyor diyebiliriz.

Okunma Sayısı: 6847
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı