"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üveysilik, ''Hakikat Dersi'' ve Risale-i Nur

Prof. Dr. İlyas Üzüm
20 Haziran 2023, Salı 01:04
Bediüzzaman: “Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam’dan (ks), Zeynelâbidîn (ra), Hasan ve Hüseyin (ra) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (ra) almışım.”

GÖRÜŞ - PROF. DR. İLYAS ÜZÜM

Kur’an ve sünnetin temel mesajları, takip ettiği usuller ve genel çerçevesi dikkate alınarak bakıldığında, Risale-i Nur’un “Kur'an ve sünnetin makbulü” olduğu kolayca görülebilmektedir. Ancak Risale-i Nur’u çok ağır baskılar, çok güç ve olumsuz şartlarda telif eden ve onun etrafında bir “şahs-ı manevi” oluşturmaya çalışan Bediüzzaman, insanların itimadını güçlendirmek ve bazı kimselerin olası şüphelerini gidermek için çeşitli vesilelerle eserlerin “makbuliyet”ine dair önemli delillendirmeler ortaya koymuştur. Bunlardan birisi de tasavvuf ehli olduğu anlaşılan bir şahsa yazdığı mektupta öne çıkan hususlardır. Emirdağ Lahikası’nda yer alan bu mektupta (Mektup no: 37) müellif şöyle diyor: “…Risale-i Nur mesleği tarikat değil, hakikattir, sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Risale-i Nur bu hizmeti lillahi’l-hamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor”. Devamında da “Risale-i Nur dairesinin Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Gavs-ı Azam’ın, bu zamanda iman ve Kur’an’a hizmet dairesi olduğunu” belirtiyor. Bizim burada söz konusu etmek istediğimiz nokta ise aynı mektuptaki şu cümlelerdir: “…Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam’dan (ks), Zeynelâbidîn (ra), Hasan ve Hüseyin (ra) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (ra) almışım. Onun için hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir” (Emirdağ Lahikası, İstanbul 2020, YAY, s. 58).

Bu cümleyle ilgili olarak önce “Üveysîlik” terimine değinmek gerekiyor. Bu terim tasavvufta “Bir kimsenin normal şartlarda görmediği ve görüşmediği kişi ya da kişilerden ders alması, manevi eğitim görmesi” anlamına geliyor. Kaynağını halk arasında Veysel Karanî diye anılan Üveys b. Âmir el-Karanî’den alıyor. Yaygın olarak da bilindiği üzere Yemen’de deve çobanı olan Karanî, ilk dönemlerde İslam’ı kabul edip Müslüman oluyor, kalbi Allah ve Peygamber sevgisiyle doluyor. Peygamber’i görmek üzere kısa süreliğine annesinden izin alıp Medine’ye geliyor. Ancak o gün Resul-i Ekrem (asm) evde bulunmadığı için görüşemeden Yemen’e dönmek zorunda kalıyor. Bazı rivayetlere göre Resulullah (asm) vefatından önce hırkasını Hz. Ali’ye verip Karanî’ye ulaştırmasını söylüyor. Hz. Ali, muhtemelen annesinin ölümünün ardından Kufe’ye gelen Karanî’ye hırkayı burada veriyor (nesilden nesile intikal ederek günümüze kadar gelmiş olan bu hırka İstanbul’da [Fatih, Hırka-i Şerif Camii] her yıl Ramazan ayında ziyarete açılmaktadır). Kaynaklarda “Üveysî kanal”la irşat edildiği ifade olunan çok sayıda tasavvuf büyüğünün adı zikrolunmaktadır. Mesela İbrahim b. Edhem’in Hz. Hızır’dan, Bâyezîd-i Bistâmî’nin Cafer es-Sâdık’tan, Ebü’l-Hasan el-Harakânî’nin Bâyezîd-i Bistâmî’den Üveysî yolla manevi eğitim aldığı belirtilmektedir (bk. Necdet Tosun, “Üveysîlik”, DİA, XLII, 400-401; D. Abdülmünim el-Hıfnî, el-Mevsûatü’s-sûfiyye, Kahire 2003, s. 52-53). 

Söz konusu cümlede geçen diğer önemli bir ifade “hakikat” yahut “hakikat dersi” tabiridir. Sözlükte “gerçek, sabit ve doğru olmak” anlamındaki “hak” kelimesinden türeyen “hakikat” mantık, felsefe, edebiyat ve tasavvuf alanında farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Mantıkta “düşüncenin dış dünyada nesnelere uygunluğu”, felsefede ontolojik olarak “bir şeyin kendine özgü varlığı”, edebiyatta “mecaz”ın zıttı, tasavvufta ise “zahirin altındaki örtülü ve gizli mânâ, dinî hayatın en yüksek seviyede yaşanmasıyla ortaya çıkan ve anlaşılan ilahî sırlar” anlamına gelmektedir. Metinde tasavvufî anlamda kullanıldığı anlaşılan “hakikat” terimi bu alana ait kaynaklarda geniş bir çerçeveye oturtulmaktadır. Buna göre hakikat, “kendisi Hak olan uluhiyete ait gerçekler” demek olup hakikatler (hakaik) dört çeşit olarak ele alınmaktadır: Mukaddes Zâta ait olan hakikatler, münezzeh sıfatlara ait olan hakikatler, fiillere ait olan hakikatler, mef’ûlâta ait olan hakikatler. Ayrıca “hakikatler”; hakaik-i kevniyye, hakaik-i enbiyâiyye, hakikât-i Muhammedî, hakaik-i Rabbâniyye, hakaik-i Zâtiyye ve hakaikü’l-hakâik gibi terkiplerle de anılmaktadır. Bunlardan “hakikatlerin hakikati” anlamına gelen “hakikatü’l-hakaik” tüm hakikatleri toplayan “ehadiyet” mertebesi olarak açıklanmaktadır (Zafer Erginli vdğ., Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2006, s. 297-300). Şu halde “hakikat” tabiri “varlık aleminin ve onun bir tercümesi olan Kur’an’ın delalet ettiği ilahî evsafa ait mânâlar bütünü” olarak tanımlanabilir. Nitekim “Hakiki hakikat-i eşya esma-i ilahiyedir, mahiyet-i eşya ise o hakikatlerin gölgeleridir” denilmiştir (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf [İstanbul 2020, YAY], s. 590). “Hakikat dersi” ise bu bağlamda “varlık aleminin ve vahyî beyanların ilahî gerçeğe işaretlerinin talimi” anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle “hakikat dersi” nakillere, fıkhî kurallara ait dokümanter bilgiler değil, “bütün varlıkların, ayetlerin, ilimlerin işaretlediği fiil, isim, sıfat, şuunât ve Zât-ı ilâhiye ait gerçeklerin ilmi ve eğitimi” demek olmaktadır. Zira nakle dayalı ya da fıkıh kurallarına ait bilgileri kolayca öğrenmek mümkün iken “hakikat dersi” ayrı bir yatkınlık, özel bir çaba ve manevi bir liyakat gerektirmektedir. 

Tekrar aynı cümleye dönersek, müellif burada “Gavs-ı Azam, Zeynelâbidîn, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isimlerini sayarak hakikat dersini onlar vasıtasıyla İmam-ı Ali’den aldığını” söylüyor. Gavs-ı Azam unvanıyla anılan kişinin Abdülkadir-i Geylânî (ö. 561/1166) olduğu ve soy kütüğünün Hz. Hasan üzerinden Hz. Ali’ye ulaştığı tasavvufî kaynaklarda açıkça beyan edilmektedir. Adı zikrolunan diğer şahıslardan Zeynelâbidîn’in asıl adı Ali b. Hüseyin olup (ö. 94/712) Hz. Hüseyin’in oğludur. Hasta olduğu için Kerbela’da muharebeye katılamamış, Ehl-i Beyt’in soyu onun neslinden devam etmiştir. Aynı cümlede geçen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Resul-i Ekrem’in kızı Fatıma ile damadı Hz. Ali’den olma onun güzide iki torunudur. Nihaî merci olarak anılan İmam-ı Ali ise, Resulullah’ın amcası Ebu Talib’in oğlu, küçük yaştan itibaren yanında yetişen, “ilmin kapısı” diye andığı muazzez şahsiyettir. 

Söz konusu cümlede müellif, hakikat dersini, nihayetinde İmam-ı Ali’den aldığını belirtmekle beraber öncesinde isimlerini zikrettiği dört kişiyi “vasıta” olarak sayması birkaç hususu akla getirmektedir. Bunlardan birisi, bazı müelliflere göre “Üveysî” yolla alınan feyizlerde “silsile”den söz edilebilmektedir. Dolayısıyla burada adı anılan şahsiyetleri bu anlamda “silsile” olarak anlamak mümkündür. Diğer bir husus ise buradaki “vasıta” ifadesinin “zamânî” bir boyut taşımış olabileceğidir. Yani müellif ilk dönemlerde İmam-ı Ali’den feyiz alan Abdülkadir-i Geylânî’den, daha sonra yine İmam-ı Ali kaynaklı olmak üzere Zeynelâbidîn’den, sonra da Hz. Hasan ve Hüseyin’den ders almış olabileceğidir. Bir başka ihtimal ise müellifin eşzamanlı olarak adı geçen şahıslarla birlikte İmam-ı Ali’den hakikat dersi almış olabileceği hususudur. Sonuç olarak hangi ihtimal geçerli olursa olsun müellifin hakikat dersini İmam-ı Ali’den aldığı muhakkak görünmektedir.

Aynı cümleyle ilgili olarak üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta da “ders alma keyfiyetinin mahiyeti”dir. Üveysîlikle ilgili bilgi veren kaynaklar zaman ve mekan olarak birbiriyle görüşmeyen ve esasen görüşmesi mümkün olmayan şahısların ders alma, irşad edilme, feyizlenme gibi hususiyetlere mazhariyetlerinin rüya yoluyla veya ruhen veya “alem-i mânâ”da gerçekleştiği gibi işaretlemelerde bulunur. Konunun akla gelen ilk rasyonel yönü ise ders alan kişinin ders aldığı kişinin kitaplarını çok iyi hazmedip içselleştirmesi, onlarla bir tür “özdeşlik” ilişkisi kurmasıdır. Söz gelimi, adı geçen Gavs-ı Azam’ın biyografi kaynaklarında el-Ğunye li tâlibi tarîki’l-hak, el-Fethu’r-Rabbânî, Fütûhu’l-gayb, Sırru’l-esrar… gibi çok sayıda eseri bulunmaktadır. Aynı şekilde Zeynelâbidîn’in de başta es-Sahîfetü’s-seccâdiyye, Risâletü’l-hukuk, Duâü’l-cevâhiri’l-kebîr, Belâgat… gibi eserleri olduğu bilinmektedir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ise kaynaklara yansımış çok sayıda merviyyâtı bulunmaktadır. Keza Hz. Ali’ye başta Nehcü’l-belâğa olmak üzere belli sayıda eser nisbet edildiği, bunların çok sayıda neşirlerinin olduğu bilinmektedir. Müellifin adı geçen şahsiyetlerin tüm eserlerini ileri derecede okuyup hazmederek “hakikat dersi” aldığı ifade olunabilirse de “Üveysiliği” bununla sınırlamak mümkün değildir. Dolayısıyla bunun ötesinde bir aşamanın söz konusu olması gerekir. Bu aşama adı geçen şahıslar ve nihayetinde Hz. Ali ile kalbî ve ruhî bakımdan bağ kurma, bedenî ve hissî olarak onların bulunduğu manevi alemin frekanslarını yakalama ve onların beslendiği kanallardan gelen “feyizlerin ve hakikat ışıklarının akıl ve kalbe yansımasına hazır hale gelme” keyfiyeti olmalıdır. Bu, salt ilimle değil, aynı zamanda kişinin iç dünyasını arındırarak (tezkiye) yoğun bir tefekkür halinde olma, halisane evrâd u ezkârla meşgul olma (burada Bediüzzaman’ın okuduğu günlük evradı, özellikle Ehl-i beyt kanalıyla gelen Cevşen-i Kebir duasına verdiği ehemmiyet ile Hz. Ali’nin Celcelûtiyye’sini hayatı boyunca okuması hatırlanmalıdır), her türlü “ben”likten geçerek Hakka hizmete odaklanma, manevî melekeleri keskinleştirme… gibi, kısacası, bedenen de yaşamakla beraber manen “kalp ve ruhun derece-i hayatına girmek”le mümkündür. Nitekim müellifin Zühre Risalesinde, “…hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir” (Mesnevi Nuriye, İstanbul 2020, YAY, s. 158) şeklinde teklif ettiği bu husus aynı zamanda kendisinin yaşadığı ve ulaştığı bir merhale olarak da düşünülmelidir. 

Öyle anlaşılıyor ki müellif yoğun bir tefekkür ve tedebbürle okuduğu Kur’an ayetleri ve hadis külliyatından başka hem adı geçen şahsiyetlerin eserlerini -tabir caizse- su gibi içiyor, hem hayat mertebesini “kalp ve ruhun hayat derecesine” ulaştırarak onlarla bir nevi temas kuruyor, böylece onlardan hakikat dersi alıyor. Nitekim onun başka bir vesile ile ifade ederken dediği gibi, “…Çünkü ruh zamanla mukayyet değil. Hissiyât-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit o hazır zaman genişlenir; başkalarına nispetle mazi ve müstakbel olan vakitler ona nispeten hazır hükmünde” oluyor (Mektubat, On Beşinci Mektup [İstanbul 2020, YAY], s. 46). Hayatını “ruh”un derece-i hayatına ulaştıran bir kimse, yine müellifin ayetlere dayanarak beyan ettiği üzere “bast-ı zaman” ve “tayy-ı mekan”a yani zamanın genişlemesi ve mekanın dürülmesi gibi olağanüstülüklere nail oluyor, bu suretle uzak mesafeler bir anda aşılabiliyor, uzun sürede yapılacak işler kısa sürede gerçekleştirilebiliyor (Lem’alar, Üçüncü Lem’a, [İstanbul 2020, YAY], s. 19-20). Dolayısıyla müellifin böyle halâta mazhariyet sonucu İmam-ı Ali’den hakikat dersini almış olması akıldan uzak değildir. Esasen içinde yaşadığımız teknoloji çağında “meeting” programlarıyla hiçbir fiziki temas söz konusu olmaksızın insanlar kıtalar arası haberleşme sağlayıp birbirinden yararlanabildiği gibi, vefat etmiş bazı insanların daha önce hazırladığı video kasetlerini izleyerek de bilgilenme imkanı elde ediyorlar.

Öte yandan müellifin söz konusu cümlede “hakikat dersini aldığı” İmam-ı Ali’nin “manevi şahsiyet”ini de bir kez daha hatırlamak gerekir. Hz. Ali, beş yaşından itibaren hicret dönemine kadar bizzat Peygamber’in (asm) hanesinde, onun gözetiminde ve terbiyesinde yetişmiş, hicretten sonra Resulullah “muâhât/kardeşlik anlaşması”nda onu kendisine kardeş kabul etmiş, kızı Fatıma ile evlendirmiş, fazileti hakkında birçok hadis varit buyurmuştur. Mesela bir hadisinde “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır” (Hâkim, Müstedrek; III, 126-127) demiştir. Nitekim müellif, “Hz. Ali’ye iki cihetten bakılmak gerekir. Bir ciheti şahsî kemâlât ve mertebesi noktasında, ikinci cihet Âl-i beyt’in şahs-ı manevisini temsil ettiği noktasındadır. Âl-i beytin şahs-ı manevisi ise Resul-i Ekrem (asm)’ın bir nevi mahiyetini gösteriyor” açıklamasında bulunmuştur (Lem’alar, Dördüncü Lem’a, s. 25). Bundan dolayıdır ki İmam-ı Ali’den alınan hakikat dersi bir anlamda onun da kaynağını teşkil eden Resul-i Ekrem (asm)’dan alınan ders hükmünde olmaktadır. Resulullah’ın ilminin ise Kur’an’ı inzal eden “ilm-i mutlak”ın ona olan yansıması olduğu muhakkaktır.

Sonuç olarak Bediüzzaman’ın İmam-ı Ali’den hakikat dersini alış keyfiyeti nasıl olursa olsun Risale-i Nur’un baştan sona kadar varlığın anlamını açıklayan, kainatı esma-i ilahî merkezli izah eden, Kur’an ve kainatı iç içe okuyarak “marifetullah”a ulaştıran bir “hakikat” kitabı, daha doğrusu Külliyatı olduğu açıkça görülmektedir. İmam-ı Ali de hakikat dersini Resulullah’tan (asm), o da Allâmü’l-guyûb’tan aldığına göre Risale-i Nur’u bir açıdan hakikat kitabı, bir açıdan İmam-ı Ali kaynaklı “hikmet” kitabı, bir açıdan Resulullah’tan yansıyan “ilm-i nebevi inikasları”, bir açıdan “ilm-i Rabbânî’nin tezahürleri” olarak nitelemek yanlış olmasa gerektir.

Okunma Sayısı: 5804
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hatice Naneci

    29.11.2023 21:24:30

    Teşekkürler,bilgilendirici bir yazı çalışması olmuş, emeğinize sağlık 💯

  • bekir torun

    21.6.2023 15:04:49

    Son zamanlarda okuduğum en hoş ve içi dolu bir yazı....Rabbim kaleminize ve ilminize kuvvet versin.Allah razı olsun

  • Hüseyin Şahin

    21.6.2023 00:42:15

    Gerçekten önemli bir konuyu, ciddi bir şekilde inceleyip kaleme aldığınız ve İstifadeye takdim ettiğiniz için tebrik ve teşekkür ediyorum. Şahsım adına ifade edeyim ki, Risale-i Nur'ların mahiyeti ve önemi hususunda yeni kazanımlar edindim... Başarılarınızın devamını temenni ve niyaz ediyorum Muhterem Hocam!...

  • Ömer

    20.6.2023 16:55:31

    Binlerce tebrikler ediyoruz. Kaleminize sağlık.

  • A. AYDIN

    20.6.2023 15:13:59

    Allah razı olsun Hocam. Zor bir konuyu, istib'ada mahal bırakmayacak şekilde rasyonel bir temele oturtmuşsunuz. 🙂👍

  • HÇeşitcioğlu

    20.6.2023 13:02:54

    "Hz. Ali ile kalbî ve ruhî bakımdan bağ kurma, BEDENİ ve hissî olarak onların bulunduğu manevi alemin frekanslarını yakalama ve onların beslendiği kanallardan gelen..." ...vasıtasıyla Hz.Ali ra aldım. Vesile; ince bir tel elif gibi; ulaştırıcı iletici; sinyal ve dalgalar gibi. Vasıta; bir araçla; maddi ve mecburi bir köprü ile ulaştıran. Selam sevgi duamla muhterem hocam çok sağolun.

  • Nahit Topaloğlu

    20.6.2023 11:52:41

    Mâşâallah İlyas kardeşim. Binlerle tebrikler! Pek güzel ve doyurucu bir çalışma. Bâki selam ve muhabbetler. Fî emânillah!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı