İnsanı kemalât arşına yükselten Kur’ân yolu, iki ana esas üzerinde gider. Bu ana yollardan birisi “delil-i inayet ve gayet”, diğeri ise “delil-i ihtirâ”dır.
Kur’ân-ı Kerîm’de eşyanın faydalarını sayan bütün ayetler, “delil-i inayet ve gayet”i nazara verirler. Yani güneş, ışığını bize gönderirken niçin gönderdiğini bilmediği gibi, ağaç da meyve verirken niçin verdiğini bilmez. Güneş, gözümüzü de tanıyıp ona yardım için ışığını göndermediği gibi, ışık vermesinin gayesinden de habersizdir. Aynı şekilde ağaç da, bize acıdığı, yardım etmek istediği için meyve yapıyor değildir.
Ne yaptığını ve niçin yaptığını bilmeyen, bizi tanımayan ve bize yardım ve inayet etme kabiliyetinden çok uzak olan eşyanın inayetkârane işler görmesi, insanın akıl ve kalbini bu sebeplerden çekip doğrudan Allah’ın rahmet ve inayetine bağlamaktadır.
“Evet, kâinatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcâtına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir: Ya kâinatın her bir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi çok muhalatı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın envaı, insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zatın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.”1
İmam-ı Gazali, “Daire-i imkânda daha ahsen yoktur” der. Evet, Allah’ın yarattığı her şey son derece mükemmel ve kusursuzdur. Kâinattaki her şey, hem çok sanatlı olmakla birlikte onun yapılışında nice faydalar vardır. Sanat mükemmel olmasa, o şeyden gereğince faydalanılamaz.
Mesela, sadece dünyamızı misal alırsak, dünyanın hazır hâli, yani Güneş sistemindeki yeri, büyüklüğü, eğimi, güneşe olan uzaklığı gibi çok hususiyetleri nihayetsiz imkânat yolları içinde en hikmetli şekliyle takdir edilmiştir.
Bir şeyin son derece sanatlı ve faydalı yaratılması, onu yapan Zat’ın o şeyden doğacak neticeleri bildiğini ve o şeyi bu faydaları sağlayacak şekilde yapmayı irade ettiğini açıkça gösterir. Evet, gerek mahlûkatın, gerek hâdiselerin hikmetlerini keşfetmiş bulunan bütün fenni ilimler, Allah’ın kâinatta sergilediği hikmetleri ve maslahatları ders verirler.
Kur’ânda bu inayet ve gayet delili ile, mahlûkatın bizlere ettiği hizmetlerin, sağladığı faydaların zikredilmesiyle, insanın aklı ve vicdanı, bu inayetleri düşünmeye, şükretmeye sevk edilir.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, 14 lem’a, 2. Makam