Bu yazı bir iğneleme değil, güzellemedir. Çekip çekiştirmek değil, bir intizama, düzene girmedir. Muhatap herkes ve her şahıs değil, nefsim ve nefsim gibi davrananlardır.
Muhabbet, sevgi insanı yüceltir. İnsanlar insan olduklarını sevgiyle anlarlar ve insaniyet mertebelerinde de sevgiyle mesafe katederler. Sevgisiz insan kuru toprak gibidir. Susuz misali sevginin olmadığı ağaçlar ancak “odun ateşiyle ısınmak” tabirinde sevgilisiz ve sevgisiz ter dökerler.
Güzel konuşmak, güzel sözler ve güzel söyleyenler hiçbir zaman insanlık yarışına dahil edilmezler; çünkü onlar gerçekten insandırlar. Gerçek insanların katında/yanında, önünde; riyakâr, ikiyüzlü vb. insanların ne böyle bir insanlık yarışında ne de insanlıkta ne nasipleri olabilir ki? Bir yer işgal etsinler.
Gerçek dostlar, arkadaşlar hep sıddık ünvanlı Hz. Ebubekir’i hatırlatırlar. Bu zamanda görülüyor ki lâfta ve hatırlatmada kalan dostluğun, arkadaşlığın insanın kendisine bir faydası, katkısı, değer kazandırması yok ki! Kudsî hizmet adaylarının gelişi güzel bir sıfatı ve özelliği olsun. Beş mühim müjdenin şartlarından birisinin “sıddıkiyet” olduğu unutulmamalıdır.
Salih amel bu zamanda zerre kadar ihlâsın, uhuvvetin, sadâkatin, muhabbetin ve tesanüdün üstünde, ucunda, neticesinde parlayabilir. Yeter ki vakarlı, fakat mütevaziyane bir teslimiyet olsun.
Sözü şuraya getirelim: İki günlük dünya hayatının en büyük menfaatli bir işi dahi olsa eğilip bükülmeye bir o yana bir bu yana yalpa yapmaya hiç gerek yoktur. Sükûnet içerisinde istikrarlı bir surette ve yalnız rıza-i İlâhiyeyi düşünerek, başı dik, sadık, çalışkan, gayyur, şevkli, ümitvar ve teslimiyet içerisinde bu hizmet-i Kur’âniye ve imaniyede bulunabilmek kâfi ve vafidir.
Nailiyet, ihsan-ı İlâhî ve nasib-i Rabbanî hemen herkesin yaptığı, bütün işlerden, amellerden; yüksek, kıymetli ve şereflidir. Ne mutlu bu şerefe, bu kıymete, bu yüceliğe erenlere / kavuşanlara…