Eski zaman adamlarının laflarına, özellikle de edebiyatsız edebi sözlerine birçoğumuz hayranızdır.
Bilmek ve cehalet üzerine söylediklerinden bazıları: “Her şeyi bilirim diyen, hiçbir şeyi hakkıyla bilmiyordur.”, “‘Ben bilirim’ diyen evvela kendini bilmelidir”. “En büyük cehalet, ilim kisvesi altında bir şey bilmediğini bilmemektir.” Bu sözler uzayıp gider.
İlim peşine düşenler evvela ilmin emrinde olmalıdırlar. Meşhur akıllı zatlardan birisi ne diyor: “İlimsiz din topal, dinsiz ilim kördür.“
Topal ve kör olmadan ilme sahip çıkılmalı, ilim öğrenilmeli ve hayatta tatbik edilmeye çalışılmalıdır.
“Her şeyin hakimiyeti bende.” demek ve “Her şey benden sorulur.” demek ilimde yoktur.
İnançlı insanların ilimleri, bilgileri, âriflikleri, doğrudan doğruya akıllarına hakim olan iman ilmiyle alâkalıdır. Eğer iman ilmi ilimlerin şahı ise insanın nefsi ve şeytanı da ilimlere dadanan çakallar ve sırtlanlardır.
Ebedî hayatımızı; bu fani dünyanın menfaatlerine, mevkilerine, makamlarına ve cehaletin kalesi olan: “Her şeyi ben bilirim, her şeyi ben yaparım” misali çakal ve sırtlan gibi bir zihniyet uğruna heba etmeyelim, harap ve zelil etmeyelim.
İman; kuvvetli bir inançla Allah’ın emirlerine uymayı istediği gibi zayıf bir iman ve inanç da nefsin ve şeytanın, dünyanın alçak seviyelerdeki menfaatleri istemesine mani olamamaktadır.
Önemli olan kendini bilmektir. “Ne oldum” belasına ve çukuruna düşmemektir. Kendini bilen ve bu yolda hayatını, hizmetini, vazifelerini tanzim eden adam kendisini Hakk nazarında ve halk nazarında da hiçbir zaman küçük düşürmez ve ahiretini dünyasından evvel mamur eder.
Allah için gerçek manada ihlâslı olmaya çalışılmalı, riyakârlığa taviz verilmemelidir.