Altıncı Lem’a
Cenab-ı Hak, bütün cüz ve cüz’îlerde sikke-i mahsusasını ve bütün küll ve küllîlerde has hâtemini vaz’ ettiği gibi, aktâr-ı semavat ve arzı, hâtem-i vâhidiyetle ve mecmu-u kâinatı sikke-i ehadiyetle mühürlemiştir. Mezkûr sikke ve hâtemlerden, meselâ:
“Şimdi bak, Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan elbette ölüleri de öyle diriltecektir, O her şeye hakkıyla kadirdir.” [Rum Sûresi: 50. âyetin meali] âyetinin işaret ettiği ihya ve nefh-i ruh keyfiyetindeki hâtem-i İlâhîye bakınız ki, pek çok garip garip haşirleri, acib acib neşirleri göresiniz!
Evet, bilhassa arzın ihyasında, her sene üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlûkatın nevilerinde haşir ve neşirler vardır. Lâkin bilinmez bir hikmete binaen, şu haşir ve neşirlerin ekserîsinde, iade edilen emsal aralarındaki misliyet o kadar ayniyete karîbdir ki, hemen hemen, dirilen evvelkinin ne aynı ve ne gayrıdır denilebilir. Her ne ise, misliyet, ayniyet mevzuubahis değildir. Her nasıl olursa olsun, o haşir neşirler beşerin sühulet-i haşrine delâlet ettikleri gibi, beşerin haşrine birer misal ve birer örnek olabilirler.
İşte birbirine muhalif, nihayet derecede karışık olan o envâ-ı kesîreyi kemal-i imtiyazla ihya etmek ve hatasız, haltsız, galatsız olarak mümtazâne iade etmek, nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme sahip olan Zat-ı Zülcelâl’in hâtem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.
Ve keza, sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz, kemal-i intizamla üç yüz binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir Zatın sikke-i mahsusasıdır ki, her şeyin iç yüzü, her şeyin kilidi O’nun elindedir. Ve hiçbir şey O’nun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.
Hülâsa: Sath-ı arzda, altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u azîminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hâtemi vardır. Mahlûkatın icadında görünen şu intizamlar, sühuletler, sür’atler, imtiyazlar hep o hâtemin parıltısından meydana geliyorlar. Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulâde sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat, kemal-i sür’atle, sühuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.
İşte bu harikulâde faaliyetler öyle bir Zatın hâtemidir ki, hiçbir mekânda olmadığı halde, her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır.
Mesnevî-i Nuriye, Lem’alar, s. 26
LÛGATÇE:
aktâr-ı semavat ve arz: Göklerin ve yeryüzünün her bir tarafı.
cüz: Kısım, parça.
cüz’î: Bütüne ait olmayan, özel.
envâ-ı kesîre: Çok çeşitler, çok neviler.
haşir: Kıyametten sonra bütün insanların diriltilerek bir yere toplanmaları.
hâtem-i vâhidiyet: Birlik mührü, Cenab-ı Hakkın kâinatı kuşatan isim ve sıfatlarının birliğinin mührü.
ihya: Canlandırma, diriltme, hayat verme.
küll: Bir şeyin tamamı.
küllî: Umumî, genel, bütün olan.
nefh-i ruh: Ruhun üflenmesi.
rububiyet: Cenab-ı Hakk’ın her zaman, her yerde, her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi altında bulundurma vasfı.
sath-ı arz: Yeryüzü.
sikke-i ehadiyet: Allah’ın her bir şeyde birliğinin tecelli etmesi manasındaki sıfatını gösteren hususî işaret, alâmet, damga, mühür.
sikke-i mahsusa: Özel, kendine has işaret, sikke.
sühulet-i haşir: Kıyametten sonra canlıların toplanıp bir araya getirilmesinin kolay olması.
vaz’ etme: Koyma, yerleştirme.