Ene ve zerreden ibaret bir elif, bir noktadır.
Şu Söz İki Maksattır. Birinci Maksat enenin mahiyet ve neticesinden, İkinci Maksat zerrenin hareket ve vazifesinden bahseder.
Birinci Maksad
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.” [Ahzab Suresi: 72]
Şu ayetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Gök, zemin, dağ, tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, “ene”dir. Evet, “ene” zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nuranî bir Şecere-i Tuba ile, müthiş bir Şecere-i Zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm hakikate girişmeden evvel, o hakikatin fehmini teshîl edecek bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki:
“Ene,” künuz-u mahfiye olan esma-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlâkının dahi anahtarı olarak bir muamma-i müşkülküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O “ene,” mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan “ene” açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar.
Şu meseleye dair Şemme isminde bir risale-i Arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki:
Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir “enaniyet” vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat “ene” kendisi de gayet muğlâk bir muamma ve açılması müşkül bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır. Şöyle ki:
Sâni-i Hakîm, insanın eline, emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak, işârât ve numuneleri câmi’ bir “ene” vermiştir; tâ ki, o “ene” bir vahid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı ulûhiyet bilinsin. Fakat vahid-i kıyasî, bir mevcud-u hakikî olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vahid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakikî vücudu lâzım değildir.
Sözler, s. 605
LÛGATÇE:
âlem-i vücub: varlığı zorunlu olan Allah’ın zatının, şuunatının, sıfatlarının, isimlerinin hükümran olduğu âlem.
enaniyet: benlik.
ene: ben, benlik.
evsaf-ı rububiyet: Allah’ın mahlûkatı yaratma, yaşatma, terbiye etme gibi vasıfları.
Hallâk-ı Kâinat: Kâinatın Yaratıcısı.
künuz-u mahfiye: gizli hazineler.
miftah: anahtar.
muamma-i müşkülküşa: çözülmesi, anlaşılması zor derin ve ince mesele.
Şecere-i Tuba: Tuba Ağacı, Cennet Ağacı.
Şecere-i Zakkum: Zakkum Ağacı, Cehennem Ağacı.
şuunat-ı ulûhiyet: bütün yaratılmışları emir ve idaresi altına alıp kendisine ibadet ettiren Allah’ın işleri, fiilleri.
teshîl: kolaylık.
vücuh: yönler, cihetler.