[Ahirete imanın] İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faydası: “Üçüncü Mesele”de izah edilen ve Gençlik Rehberi’nde bir hâşiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.
Evet, her insanın her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları gibi, o idamhaneye girmek keyfiyetidir. Bir tek dostu için ruhunu feda eden o bîçare insanın binler, belki milyonlar, milyarlar dostları ebedî bir müfarakat içinde idam olmalarını tevehhüm edip, Cehennem azabından beter bir elem –o düşünmek ucundan– göründüğü vakit, ahirete iman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı. “Bak!” dedi. O imanla baktı, Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhaniyeyi, o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup, mesrurâne, bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müşahedesiyle aldı. Risale-i Nur’da, bu netice hüccetlerle izahına iktifaen kısa kesiyoruz.
Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faydası: İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise, yüksek seciyeleri ve cemiyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır. Halbuki o insan, hem ma’dum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hâzır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.
Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrılıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder. Ve tam sadâkate ve ihlâsa pek nadir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvîsi, belki baş aşağı, akıl cihetiyle en bîçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, ahirete iman imdada yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücut gösterir. Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vücuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz’î garazlarına ve menfaatlerine alet etmez. Ciddî sadâkate ve samimî ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı ve hasletleri o nisbette, derecesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâlî eder.
Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde, kâinatın en müntehab ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib-i Kâinat’ın en mahbub ve makbul bir abdi olmasıdır. Bu netice dahi Risale-i Nur’da hüccetlerle izahına iktifaen kısa kesildi.
Şualar, 11. Şua, 8. Mesele
LÛGATÇE:
abd: kul.
âlem-i ervah: ruhlar âlemi.
dâr-ı saadet: saadet, mutluluk yeri, cennet.
hüccet: delil.
ma’dum: yok olan, mevcut olmayan, bulunmayan.
mesrurâne: sevinçli bir şekilde, sevinerek, memnun olarak.
müfarakat: ayrılık.
refika-i hayat: hayat arkadaşı.
tealî: yükselme, yücelme, çok yüce olma.
tefevvuk: üstünlük.
tevehhüm etmek: zannetmek, gerçekte var olmayanı var kabul etmek.
ubudiyet: kulluk.
uhuvvet: kardeşlik.
zîhayat: hayat sahibi.