Arkadaş!
İslâmiyet bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü İslâmiyetin telkinatıyla, küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak şek ve tereddüde inkılâb etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti, onlarca tamamıyla zehirlenmez, bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâb etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.
REMİZ
Arkadaş!
Nefis, tembellik sâikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için, bir Hâlık’ın, bir Mâlik’in bulunmamasını temenni eder, sonra mülâhaza eder, sonra tasavvur eder, nihayet ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa, derhal tevbe ile vazifesine avdet eder.
REMİZ
Arkadaş!
Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünkü nokta-i istinadı şahtan büyüktür.
Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda, yani sivrisineğin Nemruda olan galebesi; ve bir çekirdeğin, Fâliku’l-Habbi ve’n-Nevâ tarafından verilen izin ve kuvvete binaen, koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir.
Mesnevî-i Nuriye, Katre, s. 94-95
Lûgatçe:
adem: Yokluk, olmama.
adem-i mes’uliyet: Mes’uliyetsizlik, sorumsuzluk.
avdet: Geri gelme, dönüş.
baûda: Sivrisinek, sinek.
elem: Dert, üzüntü, maddî-manevî ıztırap.
Fâliku’l-Habbi ve’n-Nevâ: Çekirdekleri ve tohumları çatlatıp büyüten Allah.
Hâlık: Yoktan yaratan, her şeyi yoktan var eden Allah.
hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat, ahiret hayatı.
in’ikâs: Aksetme, yansıma.
inkâr-ı mutlak: Kesin ve tam anlamıyla inkâr.
inkılâb: Değişme, dönüşme.
küfr-ü mutlak: Mutlak küfür, hiçbir imânî hükmü, delili kabul etmeme, kesin ve tam bir inkâr.
Mâlik: Her şeyin sahibi olan Allah.
mülâhaza etmek: Düşünmek.
nokta-i istinad: Dayanak noktası, güvenme ve itimad noktası.
rakîb: Görüp gözeten.
remiz: İşaret, bir manayı ifade eden veya bir manaya delâlet eden işaret ve şekil.
sâika: Sevk eden, sürükleyen, sebep olan.
şek: Şüphe, zan.
tasavvur: Bir şeyi zihinde düşünme, tasarlama.
tazammun: İhtiva etme, içine alma, içinde bulundurma.
tefavüt: Farklılık, iki şey arasındaki fark.
tenvir: Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.
vazife-i ubudiyet: Kulluk vazifesi.