Bir zaman, ihtiyarlığımın mebdeinde, bir inziva arzusuyla, İstanbul’un Boğaz tarafındaki Yûşa Tepesinde, yalnızlıkla ruhum bir istirahat aradı. Bir gün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktım. Gayet hazin ve rikkatli bir levha-i zeval ve firakı, ihtiyarlığın ihtarıyla gördüm. Şecere-i ömrümün kırk beşinci senesi olan kırk beşinci dalındaki yüksek makamından, tâ hayatımın aşağı tabakalarına nazar gezdirdim. Gördüm ki, o aşağıda, her bir dalında, her bir senenin zarfında sevdiklerimden ve alâkadarlarımdan ve tanıştıklarımdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir manevî teessürat içinde, Fuzulî-i Bağdadî gibi müfarakat eden dostları düşünerek enin edip, "Vaslını yâd eyledikçe ağlarım, / Tâ nefes varsa kuru cismimde feryad eylerim" diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapısını aradım. Birden, ahirete iman nuru imdada yetişti; hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.
Evet, ey benim gibi ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler!
Madem ahiret var ve madem bâkîdir ve madem dünyadan daha güzeldir. Ve madem bizi yaratan Zat hem Hakîm, hem Rahîm’dir. İhtiyarlıktan şekvâ ve teessüf etmemeliyiz. Bilâkis, ihtiyarlık, iman ile ibadet içinde sinn-i kemale gelip, vazife-i hayattan terhis ve âlem-i rahmete istirahat için gitmeye bir alâmet olduğu cihetle, ondan memnun olmalıyız.
Evet, nass-ı hadis ile, nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyanın icma ve tevatürle, kısmen şuhuda ve kısmen hakka'l-yakîne istinaden, müttefikan ahiretin vücudundan ve insanların oraya sevk edileceğinden ve bu kâinatın Hâlık’ının kat’î vaad ettiği ahireti getireceğinden haber verdikleri gibi; onların verdikleri haberi keşif ve şuhud ile, ilme'l-yakîn suretinde tasdik eden yüz yirmi dört milyon evliyanın o ahiretin vücuduna şehadetleriyle ve bu kâinatın Sâni-i Hakîm’inin bütün esması bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekayı bilbedahe iktiza ettiklerinden, yine ahiretin vücuduna delâletiyle [...] bu âlem-i fânîden sonra bir âlem-i bâkî ve bir dâr-ı ahiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat’î bir surette ispat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedahe ahiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler.
Madem Kur’ân-ı Hakîm’in bize verdiği en mühim bir ders, iman-ı bi'l-ahirettir; ve o iman da bu derece kuvvetlidir; ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki, yüz bin ihtiyarlık bir tek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir. Elbette biz ihtiyarlar "Elhamdülillahi alâ kemâli'l-iman" [Mükemmel iman nimeti için Allah’a hamd olsun] deyip ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.
Lem'alar, 26. Lem'a, s. 351
LÛGATÇE:
Hakîm: her şeyi bir hikmetle yaratan, Allah.
iftirak: ayrılma.
istilzam: gerektirme.
levha-i zeval ve firak: her şeyin yok olup ayrıldığını gösteren tablo.
mebde': başlangıç.
müfarakat: ayrılma.
sinn-i kemal: olgunluk yaşı.
şecere-i ömür: ömür ağacı.
şekvâ: şikâyet.
vasl: kavuşma, visal.