Remiz
Arkadaş!
Bütün zamanlarda, bütün insanların maddî ve mane- vî ihtiyaçlarını temin için nâzil olan Kur’ân’ın, harikulâde haiz olduğu camiiyet ve vüs’at ile beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülât, Kur’ân’ın kemal-i belâgatine delil ve bâhir bir bürhan olduğu halde, hasta olan nefislerin dalâletine sebep olmuştur. Çünkü zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekâca, gabavetçe bir değildir. Kur’ân mürşiddir. İrşad umumî oluyor. Bunun için, Kur’ân’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. Hakikat-i hâl bu merkezde iken, en yüksek, en güzel ifade çeşitlerini Kur’ân’ın her bir ifadesinde aramak hata olduğu gibi; muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslûbun mizan ve mirsadıyla Mütekellim’e bakan, elbette dalâlete düşer.
Mesnevî-i Nuriye, s. 92
***
Remiz
Arkadaş!
Katre namındaki eserimde Kur’ân’dan ilhamen takip ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takip ettikleri yol arasındaki fark şudur:
Kur’ân’dan tavr-ı kalbe ilham edilen asâ-yı Mûsa gibi manevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir.
Manevî asansör hükmünde olan murakabeler ile mâ-i hayatı bulmak pek müşküldür. Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise etraf-ı âlemi Arş’a kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlûp olup, caddeden çıkmamak için pek çok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki, yolu şaşırtmasınlar.
Kur’ân ise bize asâ-yı Mûsa gibi bir hakikat vermiştir ki nerede olsam, hatta taş üzerinde de bulunsam asâyı vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor. Âlemin hâricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. Evet “Her şeyde O’nun birliğine delil olan bir ayet vardır. [İbnü’l-Mu’tez isimli Arap şairine ait bir mısra.]” beytiyle, bu hakikat, hakikatiyle tebarüz eder. (*)
(*): İhtar: Kur’ân’ın delâletiyle bulduğum yola gitmek isteyen için ve ona o yolu güzelce tarif etmek için Risale-i Nur Külliyatı güzel bir tarifçidir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 95
LÛGATÇE:
avam-ı nâs: İnsanların ilim ve irfanı, okuma yazması az, fikren zayıf olanları.
bâhir: Apaçık, aşikâr.
bürhan: Delil.
camiiyet: Kapsamlılık, ihtiva ve ihata edicilik.
ehl-i nazar: Mantıkçı, akılcı.
fehim: Anlayış.
gabavet: Anlayışsızlık.
kemal-i belâgat: Belâgatin kusursuzluğu, mükemmelliği.
mâ-i hayat: Hayat suyu.
müraat: Gözetme, riayet etme.
mütehalif: Birbirine uymayan, değişken.
Mütekellim: Söyleyen, konuşan; Cenab-ı Hak.
tenezzülât: Sözün muhatabın seviyesine uygun olarak ayarlanması ve derin hakikatlerin anlaşılması için kolay ifadelerle açıklanması.
vüs’at: Genişlik.