Yedinci Kelime
“Ve yumît”. Yani mevti veren Odur. Yani hayat vazifesinden terhis eder, fânî dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fânî cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil; belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır, saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
Sekizinci Kelime
“Ve hüve hayyun lâ yemût”. Yani bütün kâinatın mevcudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan kemâl ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemâl ve ihsanın sahibi ve bütün mahbublara bedel bir tek cilve-i cemali kâfi gelen bir Ma’bud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezal’in ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimîsi var ki şaibe-i zeval ve fenâdan münezzeh ve avarız-ı naks ve kusurdan müberradır.
İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki:
Sizlere müjde! Mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkî’niz var. Madem O var ve bâkîdir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbublarda sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemâl, o Mahbub-u Bâkî’nin cilve-i cemal-i bâkîsinden, çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi, şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var; her şey var.
Mektubat, s. 268
***
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve me’ yusâne teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil, ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir; “El-hükmü lillah” demeli. “O verdi, O aldı. Elhamdülillahi alâ külli hâl” deyip sabır ile şükretmeli.
Mektubat, s. 96
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
âlem-i berzah: Kabir âlemi.
avarız-ı naks ve kusur: Kusur ve noksanlık arızaları, kusur ve noksanlığın bulaşmaları.
Fâil-i Hakîm-i Rahîm: Ker şeyi rahmet ve hikmetle yapan; Allah.
firak-ı ebedî: Sonsuz ayrılık.
hüsün: Güzellik.
in’idam: Yok olma.
inkıraz: Son bulma, yıkılma.
Ma’bud-u Lemyezel: Hiçbir zaman yok olmayan ve ibadete lâyık olan Allah.
Mahbub-u Lâyezal: Hiçbir zaman yok olmayan, ölümsüz, sonsuz sevgili; Allah.
me’yusâne: Ümitsizce.
şaibe-i zeval ve fenâ: Yok olup gitme şüphesi.
tebdil-i mekân: Yer değiştirme.
vatan-ı aslî: Asıl vatan.
visal: Ulaşma, kavuşma.
zîşuur: Şuur sahibi.