Geçen Leyle-i Kadr’inizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum. “Kadere iman eden, kederden kurtulur.” sırrıyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki: “Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabret. Muhakkak ki sen bizim himayemiz altındasın. Kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et. (Tur Sûresi: 48.)” âyetinin mana-yı işarîsiyle verdiği teselliyi tamamıyla gördüm.
Şöyle ki: Dünyayı unutmak, Ramazanımızı asude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem Ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faydalarından yalnız iki üçünü beyan ederim:
• Biri: Ramazanda çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyaz ile müthiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı.
• İkincisi: Her birinize karşı bu sene de görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetli idi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta’ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim.
• Üçüncüsü: Hem Kastamonu’da, hem yolda, hem burada fevkalâde bir tarzda bütün elîm hâletler birden değişiyor ve me’mulün ve arzumun hilâfına olarak bir dest-i inayet görünüyor, ”El-hayrü fî mahtârahullah” [Allah’ın, kullarını sevk ettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.] dediriyor. En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur’u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemal-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütuhata meydan açıyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka her birinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve tees- süflere karşı, Ramazanda, bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte, bu musîbet dahi, o yüz sevabı, her bir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâğ ettiğinden, Risale-i Nur’dan tam ders alan ve dünya fânî ve ticaretgâh olduğunu bilen ve her şeyi imanı ve ahireti için feda eden ve bu Dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve fay- dalar vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zatlara acımak ve rikkatten ağlamak hâletini, tebrik ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek hâletine çevirdi. Ben de “Elhamdülillahi alâ külli hâlin sive’l-küfri ve’d-dalâli” [Küfür ve dalâlet dışında her hal üzere Allah’a hamd olsun] dedim. Bana ait bu faydalar gibi, hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem Ramazan’ımızın, hem sizin bu yüzde öyle faydaları var ki perde açılsa “Yâ Rabbena, şükür! Bu kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inayettir” dedirtecek kanaatim var.
Hâdiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musîbetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu, fakat manen pek çok hafif geldi. İnşaallah çabuk geçer. “Bazen de sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlı olabilir. (Bakara Sûresi: 216.)” sırrıyla müteessir olmayınız.
Said Nursî
Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 324
LÛGATÇE:
asude: Sıkıntı ve üzüntülerden uzak, huzurlu.
ayn-ı inayet: Allah’ın ihsan ve ikramının ta kendisi.
dershane-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (as) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinaye olarak, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin “dershaneye” dönüştürdükleri yer, hapishane.
istihsan etmek: Beğenmek.
itab: azarlama, tersleme, paylama, rencide etme.
Leyle-i Kadr: Kadir Gecesi.
me’mul: Umulan.
rikkat: Merhamet, acıma, başkalarının düştüğü durumdan dolayı müteessir olma duygusu.
uhuvvet: Kardeşlik.