Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir... Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.
[Dünden devam]
Ve keza, insanın elindeki ihtiyâr pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyârına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuur’dur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın. Binaenaleyh, mâlikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyârınla, sana verilen kemâlâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhûbedir, seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh, “Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” [Mülk ve hamd O’na mahsustur. Günahlardan sakınmak ve ibadete güç yetirmek ancak O’nunla olur.] de.
Üçüncü hastalık “gurur”dur.
Evet, gurur ile, insan maddî ve manevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur sâikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip, kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama maruz kalarak, bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslâf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı bunlar kırk senede bulamazlar.
Dördüncü hastalık “sû-i zan”dır.
Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaîyatı zedeler.
Mesnevî-i Nuriye, Katre, s. 79
Lûgatçe:
esbab: Sebepler, vasıtalar.
eslâf-ı izam: Evvelce geçmiş olan büyük zatlar.
havâs: duyular, duygular.
hüsn-ü zan: Birisi hakkında güzel fikir ve duygular besleme.
içtimaîyat: Toplum hayatı, sosyal bağlar.
ihata: Kuşatma, içine alma.
mâlikiyet: Mâliklik, mâlik ve sahip olma.
mehasin: Güzellikler, iyilikler.
meksûbe: Kazanılmış, kesbolunmuş.
mevhûbe: Verilmiş, ihsan edilmiş, bağışlanmış.
nâkıs: Noksan, eksik.
Sâni-i Zîşuur: Şuur sahibi ve her şeyi sanatlı yaratan Allah.
semere: Meyve, netice.
seyyiat: Seyyieler, fenalıklar, kötülükler.
sû-i ahlâk: Kötü ahlâk.
sû-i zan: Kötü zan, birisi hakkında kötü fikir ve duygular besleme.
tağyir: Başkalaştırma, değiştirme.
takbih: Çirkin görme, ayıplama, kınama.
teşmil: Yayma, genişletme, şümullendirme.