Şu âyet-i acîbe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârik-ı sun’iyeyi “talim-i esma” ünvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle latîf bir remz-i ulvî var ki:
Her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyatın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemâlât, o sanat, kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.
Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehası Cenab-ı Hakk’ın ism-i Adl ve Mukaddir’ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.
Meselâ, tıp bir fendir, hem bir sanattır. Onun da nihayeti ve hakikati Hakîm-i Mutlak’ın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıp, kemâlâtını bulur, hakikat olur.
Meselâ, hakikat-i mevcudattan bahseden hikmetü’l-eşya, Cenab-ı Hakk’ın (celle celâlühu) ism-i Hakîm’inin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirâne, mürebbiyâne, eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla, şu hikmet, hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafata inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü, dalâlete yol açar.
İşte sana üç misal; sair kemâlât ve fünunu bu üç misale kıyas et.
Sözler, s. 295
LÛGATÇE:
câmiiyet-i istidat: Kabiliyetin kapsamlı oluşu.
edviye: İlâçlar, devalar.
havârik-ı sun’iye: Sanat
harikaları.
hendese: Geometri, mühendislik.
remz-i ulvî: Yüce işaret.
rû-yi zemin: Yeryüzü.
sırr-ı ehem: Çok mühim,
çok önemli sır.
talim-i esma: İsimleri öğretmek (Hz. Adem’e [as] eşyanın
isimlerinin öğretilmesi)
terakkiyat-ı fenniye: Fennî
ilerlemeler.