Evet; biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda, üç yüz elli milyon dahil mensupları var ve her gün beş defa namazda, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. “İnneme’l-mü’minûne ihvetün” [Mü’minler kardeştirler. (Hucurat Sûresi: 10.)] kudsî programıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imânî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz.
* * *
Dünyaya karışmak arzusu bizde bulunsaydı, böyle sinek vızıltısı gibi değil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Divan-ı Harb-i Örfîde ve Mustafa Kemal’in hiddetine karşı Divan-ı Riyasette şiddetli ve dokunaklı müdafaa eden bir adam, on sekiz sene zarfında kimseye sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor, diye onu ittiham eden, elbette bir garazla eder.
Bu meselede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuruyla Risale-i Nur’a hücum edilmez. O, doğrudan doğruya Kur’ân’a bağlanmış. Ve Kur’ân dahi Arş-ı A’zam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli ipleri çözsün.
Hem bu memlekette maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç âyât-ı Kur’âniyenin işârâtı ile ve İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın üç kerâmât-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı A’zam’ın (ks) kat’î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur, bizim adi ve şahsî kusurlarımızla mes’ul olmaz ve olamaz ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî, hem manevî, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. HÂŞİYE
Bazı zındıkların şeytanetiyle Risale-i Nur’a karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, inşaallah bozulacaklar. Onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez; dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân men etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdler, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse, elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.
Elhâsıl, madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim ahiretimize, imânî hizmetimize ilişmesinler...
Mevkuf
Said Nursî
HÂŞİYE: Bu istida, Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazılmıştı. Risale-i Nur bereketiyle her vilâyetten ziyade âfâttan mahfuz kalmıştı. Şimdi âfât başladı ve dâvâmızı tasdik etti.
Şuâlar, s. 303
LÛGATÇE:
Arş-ı A’zam: En büyük arş; Cenab-ı Hakk’ın kudret ve saltanatının en büyük tecellî dairesi.
berzahî: Berzaha dair, kabir âlemine ait.
Divan-ı Riyaset: Başkanlık makamı; meclis başkanlığı.
Gavs-ı A’zam: En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin namı, lâkabı.
iğfal: Yanıltma, gaflete düşürerek kandırma, aldatma.
istida: Dilekçe.
keramat-ı gaybiye: Gizli, görünmeyen gelecekle ilgili, Allah’ın izniyle gösterilen harika haller; İlâhî ikramlar.
mevkuf: Tevkif edilmiş, hapsedilmiş, tutuklu.