"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Dağ Türkleri” teranesi Kürtleri küstürdü

29 Nisan 2013, Pazartesi
“Kürt ve Kürdistan terimlerinin sadece Cumhuriyet döneminde problem olarak görüldüğünü” belirten Central Florida Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Özoğlu, “Yeni devlet kendini etnik temeller üzerinde tanımlamak ihtiyacı duydukça, bünyesine uymayacağını düşündüğü kimlikleri eriteceğini sandı. Öyle ki eğitim sistemini Kürtlerin olmadığı ve bunun bir dış güç oyunu olduğu yönünde kurdular. Maalesef, yakın zamana kadar jenerasyonlar ‘Dağ Türkleri’ teranesi ile büyüdü. Bu da Kürtleri daha da küstürdü ve iki halkın arasını daha da açtı” dedi.
“Dağ Türkleri” teranesi Kürtleri küstürdü

Barış sürecinde akil insanlar bölgeleri gezerken toplumda konuyla ilgili görüşlerini ortaya koyuyor ve tartışmaya devam ediyor. Biz de bu hafta Central Florida Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Özoğlu ile süreci konuştuk. Özoğlu sorunun eşitlikçi bir anayasa ile çözülebileceğini düşünenlerden…

Sizce Türkiye’de barış sürecinde doğru tanımlamalar yapılıyor mu?

Bence bu süreçte bir “tanımlama” yapılmış değil, spekülasyonlar var.  Hükümet bir amaç belirtip kafasındaki planı muhalefet ve halk ile tam olarak paylaşmadan ilerlemek istiyor.  AKP bu konuda ne kadar açıklama yapılırsa manevra kabiliyetlerinin o kadar daralacağına inanıyor. Bu belirsizlik de muhalefet partilerine sureci istedikleri gibi kendi avantajları doğrultusunda tanımlama/manipüle etme imkânı veriyor.  Yani birbirleri ile çelişki halinde pek çok tanım ortaya çıkıyor. Bunların doğru olup olmadığını test edecek bilgiye sahip değiliz.    
 
Siz Kürdistan Eyaleti’nin Osmanlı’dan önce olduğunu söylüyorsunuz? Osmanlı’dan önceki bu yapı etnik bir yapı mıydı? Nasıl bir siyasî görev görüyordu.

Kürdistan Eyaleti Osmanlıdan da önce Büyük Selçuklular zamanında kurulmuştu.  Sultan Sancar bugünkü Kürdistan coğrafyasıyla tam olarak örtüşmeyen bir bölgeyi idarî olarak böylece adlandırmıştı. Birkaç yüzyıl sonra Osmanlı da kendi toprakları içinde tamamen pragmatik nedenlerle bir Kürdistan eyaleti oluşturdu. Kürdistan kelimesinin o zamanlarda ihtiva ettiği anlam ile günümüzdeki anlamı da tam olarak örtüşmüyor.  Ben bunları “Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği” adlı kendi kitabımda ayrıntıları ile tartışmıştım. Çok yakın zamana kadar Kürdistan terimi etnik/politik olarak kullanılmamıştı. Böyle bir kimliğin varlığına 7. Yüzyıldan beri Arap belgelerinde rastlıyoruz, ama bunun bir politik kimliğe dönüşmesi 19. yüzyılın son yarısında başlıyor.  Osmanlı imparatorluğundaki Kürdistan Eyaleti Kürtlere verilmiş bir eyalet değildi. Aksine kuruluş amaçlarından biri bölgedeki feodal olarak düşünülen Kürt ayaklanmalarını daha etkili bir şekilde bastırmayı amaçlayan idarî bir yapılanmaydı. Yani Kürtler için ne etnik ne de siyasî bir yönü vardı. Kürt ve Kürdistan kelimeleri Osmanlı için bir tehlike taşımıyordu. O yüzden ortaya çıkardıkları bu süper büyüklükteki eyalete Kürdistan adını vermekten çekinmediler. Kürt ve Kürdistan terimleri sadece Cumhuriyet döneminde problem olarak görüldü. Yeni devlet kendini etnik temeller üzerinde tanımlamak ihtiyacı duydukça bünyesine uymayacağını düşündüğü kimlikleri eriteceğini sandı. Bu aslında anlaşılabilir bir hata başlangıç için. En büyük problem bence bu hatada ısrar edilmesi ile gerçekleşti.  İkinci Dünya Savaşından sonra böyle bir asimilasyonun olmayacağı artık kesindi, ama hükümetler bunda ısrar ettiler. Öyle ki eğitim sistemlerini Kürtlerin olmadığı ve bunun bir diş güç oyunu olduğu yönünde kurdular. Maalesef, yakın zamana kadar jenerasyonlar “Dağ Türkleri” teranesi ile büyüdü. Bu da Kürtleri daha da küstürdü ve iki halkın arasını daha da açtı. Osmanlı için Kürt kimliği böyle bir tehdit oluşturmuyordu çünkü imparatorluk son zamanlarına kadar Türk kimliğini değil, İslâm kimliğini öne çıkarıyordu. İttihat ve Terakki bir Osmanlıcılık kimliği ortaya attı, ama bunun da başarılı olmadığını görünce, Türkçülük politikalarını başlattı. Özellikle Arnavut Müslümanlarının ayrılmasından sonra Osmanlı idarecileri, devleti kurtarmanın tek yolunun sadece Türk unsurlara dayanmak ile olacağına yanlış bir şekilde kanaat etti. Ama bu Osmanlının en son zamanına rastlıyor.
 
Osmanlı’nın Kürdistan Eyaleti’nin bugünkü anlamda adem-i merkeziyetçi olmadığını söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Az önce belirttiğim gibi Kürdistan Eyaletinin kurulması Kürtlere ve bölgeye özerklik verilmesi amacıyla yapılmadı. Adem-i merkeziyetçi değildi. Tam tersine bu oluşum merkeziyetçiliğin bir zaferi olarak görülebilir. Bu eyaleti kurduktan sonra devlet bütün güçleri ve bürokrasisi ile bölgeyi yönetmeye başladı. Yerel Kürt liderlerinin yaptıklarını artık merkezden atanan Osmanlı bürokratları yapmaya başladı. Vergiler merkezce toplandı meselâ. İran ve Rusya tehdidine karşı Anadolu Ordusu bu eyalet içine yerleştirildi.  Valisine olağanüstü yetkiler tanındı. Bu yetkilerin tam olarak neler olduğunu bilmiyoruz, ama buranın “vilayet-i mahsusa tahtına” konulduğunu biliyoruz. Ama bu özerklik bir adem-i merkeziyetçilikten çok bizdeki “olağanüstü hal bölgesi” gibi bir şeydi.
 
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’yı neden örnek alamaz? Alırsa ne tür yanlışlıklara düşer?

Osmanlıyı örnek alamaz, çünkü Osmanlıdaki Kürtlerin konumu ile Cumhuriyetteki konumu çok farklı. Cumhuriyet döneminde Kürtler artık kendilerini etnik sembollerle tanımlıyor. Bunun geri dönüşü çok zor. Yani Kürtleri Türklük bazında değil, ama İslâm bazında asimile etmek bos bir uğraş bence. Bu onların Kürtlüğü İslâma tercih edecekleri anlamına gelmemeli. İslâm dinine mensup Kürtler olmak Müslüman Türk olmak kadar iç içe geçmiş birşey. Yani söylemek istediğim artık Kürtlere Kürt oldukları unutturulamaz ve etnik kimliklerinin Cumhuriyet politikaları içinde yer almasını istemekten vazgeçmeyecek pek çok Kürt var Türkiye’de. Osmanlı da ise böyle bir problem yoktu. Kürtlerin etnik kimliğe dayalı politikaları bence günümüzde Kürt milliyetçileri tarafından abartılıyor.
Osmanlı dönemindeki idarî mekanizma bence örnek alınamaz, çünkü günümüz gerçekleri daha değişik. Kürtler artık etnik ağırlıklı politika yapıyor ve devlet Osmanlıdaki gibi bir merkeziyetçi Kürdistan eyaleti oluşturamaz. Bunu en çok Kürtler istemez.  Yani neo-Osmanlıcı yaklaşım bence bir nostalji. Ama Osmanlıdaki pragmatizm bir ruh olarak örnek alınabilir.
 
Kürt etnik kimliğinin Osmanlı’nın çöküşünden sonra ortaya çıktığını söylüyorsunuz. Bu yapılanma Türk etnik kimliğinin bir yansıması olarak mı ortaya çıktı?

Kürt etnik kimliğinin değil, Kürt milliyetçiliğinin Osmanlı çöktükten sonra ortaya çıktığını iddia ettim. Bu ikisi çok karıştırılır, ama birbirinden farklı. Osmanlının son yüzyılını zamanın âlimleri neyin yanlış yapıldığı konusunda düşünerek geçirdiler. Bunu da uzun uzun kitabımda anlattım. Kürt milliyetçiliği Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasına sebep değil, bunun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun yıkılması kesinleşince, Türkler yanında öteki etnik gruplar da yeni politikalarının yönünü etnik milliyetçiliğe çevirdiler. Tabiî ki bu gelişmelerden Kürtlerin etkilenmemesi imkânsızdı. Bu açıdan buna bir yansıma diyebiliriz.
 
Sizce PKK tarihî süreç içinde Kürt hareketi adına nasıl bir pozisyon taşıyor?

Bence PKK bazı alanlarda daha önceki Kürt ayaklanmaları ile benzeşim gösteriyor, ama birkaç yönden farklı. Osmanlıdaki Kürt ayaklanmaları genellikle yerel Kürt liderlerinin merkezî otoritenin kendini daha ağır hissettirmesine ve kendi ayrıcalıklarını kaybetmelerine karşı bir reaksiyon niteliğindeydi. Ben bu tür ayaklanmaların bir milliyetçi nitelik taşıdığı iddiasına katılmıyorum. Bu ayaklanmalardaki liderlik genellikle ya ağa ya da şeyh geçmişinden geliyordu. İdeolojik olarak büyük bir ağırlık taşımıyordu. PKK ise bu ayaklanmalardan birkaç yönden ayrılıyor. Birincisi, liderlik.  İlk defa bir Kürt ayaklanmasında liderlik ağa ve şeyh geçmişinden gelmeyenlerin eline geçiyor. İkincisi devamlı değişime uğrasa da bir ideolojik tabanı olması. Üçüncü fark uluslararası platformda kendini bölge politikalarında etki sahibi bir oyuncu olarak kabul ettirmesi.  Sonuncusu ise daha geniş ve kozmopolit Kürt kitleleri arasında kabul görmesi. Bu bütün Kürtlerin PKK’yı desteklediği anlamına kesin gelmiyor. Bunu geçmişteki hareketlerle mukayese anlamında söylüyorum.
 
Türkiye’nin eyaletlere ayrılmasının veya adem-i merkeziyetçiliğin Kürtlerin sorununu çözmeyeceğini söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Bence Kürtlerin en büyük sorunu Türkiye’ye bir Kürt olarak  ortak olabilmek. Meselâ Türkler kurucu unsurdur retoriğini Kürtler doğru ya da yanlış şöyle okuyor “Kürtler Türkiye’de asıl öğe değildir.” Onlar da asıl öğe olabilecekleri bir yönetimi arzuluyorlar. Kürtlerin özerklik ya da adem-i merkeziyetçilik istemelerinin temelinde bence bu yatıyor. Haklı olarak da Türk milliyetçi kesimleri herhangi bir özerkliği bölünmenin ilk adımı olarak görüyorlar. Irak Kürdistan özerk bölgesi buna bir örnek. Türkiye’de Irak’taki gibi bir özerk bölge kurulması çok zor bir ihtimal, bunun pek çok sebebi var. Meselâ Türkiye’de petrol yok. Kürt burjuvazisi ile Türk burjuvazisi birbirlerine organik bağlar ile bağlı. Bu kadar sebep bile yeter söylemek istediğimi anlatmak için.
 
Sizin önerdiğiniz model nedir?

Benim eğitimim bu soruya bir otorite olarak cevap vermeme engel. Fakat bir gözlemci olarak aklımdan geçenleri sizle paylaşabilirim.  Bence Osmanlı döneminin şartlarını oluşturmak imkânsız. Ne Türkleri, ne de Kürtleri etnik kimliklerinden uzaklaştırmak da pek mümkün görünmüyor. Yani yeni model etnik kimlikleri ortadan kaldırarak başarılı olamaz.  Hele bir etnik guruba sen “azınlıksın senin özel hakların var” ya da “sen kurucusun, senin yerin başka” türünde bir anlayışın ortaya çıkaracağı model de bence yanlış bir yaklaşım olur.  Her etnik veya dinî kimliğin öteki ile tamamen aynı haklara sahip olmasını baz alan ve bunun üzerine bina edilen bir anayasa çerçevesinde, ama yerel idarelere, kendi bölgesel dinamiklerine cevap verecek bir yönetim en doğru olanı gibi görünüyor.
 Bence halk tarafından seçilen belediyelerin güç alanları biraz daha genişletilebilir. Ama bu etnik grup bazında değil, coğrafi bölge bazında yapılmalıdır. Bence bir belediye başkanı ile bir vali eşitlik temelinde aynı protokol seviyesine sahip olarak merkezî hükümeti ve bölge milletvekillerini yerel dinamikler konusunda bilgilendirebilir. O zaman “akil insanlar” kendi yerel belediye meclislerinden çıkar ve halk merkezin politikalarını kendi üzerlerine zorla kabul ettirdiği imajından uzaklaşır. Merkez ise otoritesinden fazla ödün vermeyerek halka birey düzeyinde daha iyi hizmet verir.  İşte, bence yeni anayasada ortaya çıkacak yeni bir model yerel halkın merkezî hükümet üzerindeki ağırlığını daha da arttırır bir sisteme yeşil ışık yakmalı ve bunu etnik değil, bölgesel olarak tasarlamalıdır.

 
H.HÜSEYİN KEMAL
hhke­mal@gma­il.com
Okunma Sayısı: 3094
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı