Geçenlerde bir haberde, Yemen’de, çadırda kalan anne ve iki çocuk açlık ve hastalık sebebiyle ölü bulundu denilmişti. Kalan çocuk oniki yaşında, bir lokma ekmek, bir yudum su bekliyor ama kim el uzatacak? Bu elîm hadisenin yüzlercesi yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Bu meyanda Efendimiz (sav) “Nerdeyse fakirlik küfre denk olacaktı” demekle, açlığın, yoksulluğun dini olmaz demek istiyor bir anlamıyla da.. Hem yokluk içinde kıvranan kimse, sağlıklı düşünemez, salim bir zihne sahip olamaz. Bu noktada Allah, dinden önce, aklın ve hayatın korunmasını zaruri kılmıştır. O halde hayatı selamette, aklı yerinde olan Müslümanlar, aç ve muhtaç olanlara el uzatmalıdır. Hem Yemen bir yüzyıl önce bizim vilayetimizdi. Şimdi onun çocukları açlıktan kıvranıyor ama bir kaç yardım faaliyeti dışında ümmetin kılı kıpırdamıyor.
Bu tablo İslam coğrafyasında bir çok yerde yaşanırken diğer İslam toplumu, ne için duyarsız ve bigâne durmaktadır? Bir yerde refah ve israf, bir yerde yokluk ve sefalet... Müslüman topluluklar arasında bu kadar uçurumun olması ve birbirine sahip çıkılmaması pek vahim bir hâl aldı. Zira bu din, müminleri kardeş kıldığı gibi, birbirinin her halinden sorumlu tutuyor. Maddi manevi her türlü ahvalde birbirine murâkıp olduğu halde, birbirinden habersiz ve umarsız olması ne insaniyete sığar, ne de İslamiyete uyar. Hâl böyleyken vicdanlar kör mü oldu ki, insanlığın rikkatine dokunan bu sefalet yaşanmaya devam ediyor?
Bir de ülkemizde ve diğer İslam beldelerinde onca israfın, lüksün içinde yüzülmesi anlaşılır gibi değil. Hayatımızı tüketim çılgınlığına çeviren modern kültür hepimizi kuşattı. Ama israfla tükettiğimiz her nimet bir yerlerdeki aç ve muhtaç kimselerin hakkıdır. Çünkü Allah öyle bir denge yaratmış ki, fakirin hakkını zenginin cebine koymuş ve zengin bir yönüyle fakire borçludur. Zekat ve sadaka bu borcun ismidir. Biz zekat ve sadakayı vermemekle yoksuldan çalmış oluyoruz. Halbuki aynı duruma biz de düşebiliriz. Zaten kuraklık ve kıtlık kapımızda. İster bu iklim silahları ile olsun, ister doğal yollarla olsun, yakın bir zamanda biz de bu müthiş sınavlarla sınanabiliriz.
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sınayacağız, sabredenleri müjdele.” (Bakara 155) Ayette buyurulduğu üzere muhakkak müminler bir şekilde imtihan edilecekler ancak bu imtihanı çabuklaştıran ve daha ağırlaştıran saikler bizim gaflet ve ihmallerimiz olacaktır. Biz Kur’an’ın üstünde çok durduğu infak emrini yerine getirmediğimiz sürece şiddetli imtihanları ve belaları üzerimize çekeriz.
Hem her şeyden önce insaniyet ve merhamet gereği bu açlığa, bu sefalete nasıl yürek dayanır? Çağın getirdiği hastalıklarla ruhumuzda merhamet, rikkat mi kalmadı? Ya da perdeler mi indi göğsümüze?
Biz bir kez daha gökten gelene bakmalı, göğsümüzde olana dönmeli ve birer şefkat eli olmalıyız. Bu asra rağmen merhametin, şefkatin, muhabbetin elçisi olarak hem müminlere, hem insanlığa insaniyet-i kübra yolunu göstermeliyiz.
Resûlullah’ın tebliğ ve irşat hayatında hep yedirmek, hep doyurmak ve daha ötesi îsâr hasleti yok mu? Îsâr başkasını kendine tercih etmek demek. Bu üstün haslet ve meziyetle gönüller kazanılmış. O halde bugün O’nun yolunda olanlar, sıra bizde.
Bir kişi doyur, o kişinin dünyasını kurtar ve ahiretine kapı aç!
Selam ve dua ile.