10 Nisan 2013, Çarşamba
—Nur talebeleri bu asrın referansıdırlar…—
Genelde, birilerinin hazırladığı-–özellikle de siyasetçilerin—gündem tuzaklarına düşmemeye çalışırım.
Çünkü ortaya bir şey atıp kaçmak—bazen de ülke dışına—ve uzak köşeden gelişmeleri izlemek tam bir akıl oyunudur. Yani ben dönünceye kadar bizimkiler meşgul olsunlar, kurnazlığı tam bir siyaset dersi konularındandır.
Ama artık âkil dünya, bu tür oyunlara gelmiyor.
Böyle durumları hissettikleri an, kamuoyu ayağa kalkıyor.
Okuyan insanlar topluluğunda sosyal refleksler çok daha canlı ve dinamiktir.
Artık Batıda böyle akıl cambazlığı yoktur.
Siyasetçi haddini bilir, bürokrasi zaten bilir. Asker ise, hepten bilir.
Görev sınırları dışında kimseyi farklı bir kulvarda göremezsiniz. Görseniz bile, onun hesabını önce aydın vatandaşlar, sivil toplum sorar.
Bizim ülkede çok çabuk gündem değişmesinin sebebi, insanları, makamları abartmamızdır.
Ortak aklın yönelişi ile, bireysel çıkışların yönelişi hangisi daha belirleyici ise, işte demokratik olgunluk denen şey, ortaya çıkan sonuçtan anlaşılır. Yani demokrasisi oturmuş toplumlarda devlet politikaları kolay kolay günü birlik oluşmaz da, değişmez de.
Bizim ülkeye baktığımızda ise, ortak akıl bile neredeyse bireysel aklın ortaya attığı yemle uğraşır vaziyette. Kötü olan da bu.
Oysa demokrasisi oturmuş, olgunlaşmış topluluklarda bir tartışma kültürü denen bir şey vardır. Hatta Türk Dili ve Kompozisyon kitaplarında, ‘Tartışma Sanatı’ başlığı vardır.
Öğrenciler, tabire alışık olmadıkları için, ‘Hocam tartışmanın sanatı mı olurmuş?’ diyorlar. Çünkü bizde bütün tartışmalar kavga ile biter. Biz, muhalefetimizi ya kendimize benzetiriz ya da yok ederiz. Oysa insan muhalefetini yıktığı gün kendisi de yıkılır.
Gelin görün ki, bugün Batı’nın en yaygın kullandığı ve uyguladığı sanat alanı, tartışma sanatıdır.
Buradaki mesaj, benim düşüncemin karşıtı yoksa, benim düşüncem sağlıklı olamaz. Yani, yazarın ifade ettiği gibi, ‘Herkes benim düşünceme katılırsa, yanılmış olmaktan korkarım.’
Nitekim tarih boyunca, iman ile küfür; hak ile batıl hep varolagelmişlerdir.
Yine, elmas ruhlu Ebubekir ile kömür ruhlu Ebu Cehil bunun için örnek verilir. Biri, diğerini anlamlı kılan gereklilikler.
**
Neyse, illâ ki her konuyu gündemle ilişkilendirmek, o konunun günümüze bakan veçhesini anlayabilmek açısından faydalı oluyor.
Neticede bugün denen bir gerçek var.
‘Buna ne diyoruz?’ elbette bu da önemli.
Başlığa çektiğim, ‘âkil, asil, ârif insanlar’ sıralaması, bir tercih meselesi.
Tabiî ki herkesin, her düşüncenin, her sivil toplumun âkil insanları vardır.
Ama benim söylemek istediğim ve içimde hep saygın bir yerde oturan bir düşünce var ki, onu da bu vesileyle paylaşmadan geçemeyeceğim.
Cizre ilçesinde ‘Pozitif Gençlik’ programında idik. Gençlerin arasında öyle bir kişi vardı ki, o gençlere rengini veren, ağırlık veren, ciddiyet veren ve bir duruş kazandıran bir kişiydi. Yaşı, olgunluğu, duruşu, oturuşu, kalkışı derken tam bir beyefendilik sergiliyordu.
Ben o an anlamıştım ki, bu hayat dolu, heyecan dolu gençler teröre bulaşmamışlarsa, bir yanlışın içinde yer almamışlarsa işte bu âkil, ârif ve asil beyefendiler sayesindedir.
Ki her şehrin, ilçenin, kasabanın, köyün âkil olmasalar da, ârif ve asil insanları vardır. Çünkü sadece akıl da bir noktaya kadar gidiyor. Hele hele doğuda akıldan ziyade hislere hükmeden, hisleri yöneten kalp ehilleri, ilim ehilleri daha etkilidir.
Nitekim aynı muhteşem duyguları nerede Nur okuyanlar, Nurdan istifade edenler, Nurlarla hayatlarını şekillendirenler varsa, orada hissedebilirsiniz. Çünkü Nur içinde, hem aklı, hem kalbi aydınlatan bir iksir vardır. İnsan, nur ile nurânîleşir.
Akla, iman yol göstermezse insan şaşar. Bir de sadece akla danışmak eksik kalır. İşin duygu ayağını işin içine katmazsak, yanılırız. Duygusuz akıl, akılsız duygu yarımdır. Risale-i Nurlar ise, aklı takviye, kalbi tasfiye, nefsi de terbiye etmektedirler. O zaman âkil ve asil insanlarla görüşmek isteyen, Nurlardan beslenmiş şahsiyetlerin kapılarını çalması icap eder.
Osmanlı yönetimi—arızalarla birlikte—böyle şahsiyetleri dinlemiş ve onlardan istifade etmiştir. Tabiî ‘heyet-i nasiha’yı kastetmiyoruz. Bediüzzaman’ın, Sultan Reşad ile Kosova yolculuğunu kastediyoruz.
Yine Cumhuriyet yöneticileri, Cumhuriyetin başında bizzat Bediüzzaman’dan istifade etmek niyetiyle (!), onu Ankara’ya dâvet etmişler ve mecliste ona söz hakkı verip dinlemişlerdir.
Yani bunca zaman geçtikten sonra, gelinen noktada hükümet kime, neyi danışacağını tartışıyorsa; kimden, hangi konuda neyi isteyeceğini bilmiyorsa, elbette buna da insaf denir.
**
Âkiller, ârifler ve asiller heyeti olan Nur Talebeleri dünyanın ve özelde ise bölgenin problemlerine kalıcı çözüm üreten önemli danışma heyetleridir. Onların olduğu yerde problem olmaz.
Onun için Nurcular bu asrın referansıdırlar.
Okunma Sayısı: 821
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.