"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Bu acip memlekette, acip işler oluyor”

Sebahattin YAŞAR
04 Nisan 2018, Çarşamba
Risale-i Nur, “gel”, “bak”, “gör” diyerek tefekkür talimi yaptırıyor.

Sabah namazı sonrası, parka bakan penceremin kenarına çekilip, perdeyi açtım. Ama asıl pencerenin perdesinden ziyade Yirmi İkinci Sözün Birinci Makamını’nın perdesini açıp okumaya başladım.

Doğrusu kitabın perdesi, odanın perdesinden çok daha muhteşemdi. Satırlardaki ma- na gelişmelerini gösteren her bir kelime, cümle duygu potansiyeli taşıyan göze, kulağa, akla birer uyarıcı niteliğinde idi. Özel açıp okuduğum bir yer değil burası. Günlük okumam- da sıra bu satırlarda idi. 

Satırlar ilerledikçe Üstada adeta daha bir yakın konuşmaya başladı. Satırdan tabiata geçişler başladı. Bir şeyler işaret etmeye başladı.

Meselâ, Birinci Bürhan’da ‘Gel’ diyor. ‘Her tarafa bak’, ‘Her şeye dikkat et’ diyor. Bir de görünenin ötesindeki gizliliklere dikkatleri çekiyor. ‘Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor.’ diyor. Mütefekkir yolcunun başını dışarıya çevirip; ağaçta, böcekte, çiçekte, kelebekte bırakmıyor. Bir nevi tefekkür talimi ile madde âleminden mana âlemine, san’attan San’atkâra geçişler yaptırıyor. Zihni mana-i ismide hapsetmeyip, mana-i harfide gezdiriyor. Bitkiler âlemindeki akıl almaz, ama akıllıca işlere, çok ciddî bilgi gerektiren san’atlara dikkatleri çekiyor.

Meselâ, ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işaret ederek, “Bak, bir dirhem kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek büyüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor.” diyor. Yine kendi kendilerine yükselmeleri mümkün olmayan ve meyvelerin sıkletlerine dayanmayan üzüm çubukları gibi nazenin nebatatın başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işareten, “Zerre kadar şuuru olmayan, gayet hakimane işler görüyor.” diyor.

Küçücük bir tohumcuğun içinden çıkıp gelen dalları, dalların içinde damarları, kabukları; çiçekleri, çiçekleri içinde renkleri, desenleri, kokuları; yaprakları, yapraklarının rengi, deseni, kendi içinde ayrı husûsiyetleri gibi kocaman bir ağaç programını o küçücük çekirdeğin içine derceden yüce Yaratıcının esma tecellilerine dik- katleri çekiyor.

Bütün bu göz önünde olup biten faaliyetlere dikkat çekerek sonra da diyor ki, ‘Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştanbaşa bu gördüğümüz memlekette her iş mu’cize, her şey mu’cizekâr bir harika olmak lâzım gelir. Bu ise safsatadır.’ diyor.

Risale-i Nur, ‘Gel’, ‘bak’, ‘gör’ diye diye… Adeta bakmayı bilmez, görmeyi bilmez insana bakma, görme, düşünme talimi yaptırıyor.

Bir de baktık ki, İkinci Bürhan’da konu ovaya, meydanlara, menzillere ve onları süs- lendiren şeylere, onlar üzerindeki mühürlere ve o mührü vuran gizli zata ve onun tohuma işaret eden bir dirhem pamuktan neler neler yaptığına, zerdali, kavuna, onların kumaştan dokunmuş yapraklarına, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçeklere, özel konserve kutucuklarından daha güzel ve daha tatlı, şirin şekerlemelerden daha leziz meyvelerin insanlara takdim edilişlerine, dikkatler çekilmeye başlandı.

Yine, ağaçların yapraklarına işaret ederek, ‘Bak, kaç top çuha (tüysüz, ince, sık dokunmuş yün kumaş) ve patiska (pamuktan dokunmuş sık ve düzgün kumaş) ve çiçekli kumaş çıktı deniyor. Ve devamında da, “Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir.” denip, bütün bu işlerin insan için olduğuna dikkat çekiliyor.

Tabiî birden satırdan hayata, pencereden parktaki ilkbahar çiçeklerine, güzel yapraklı ağaçlara kayan gözlerime, ‘bak’ denmesi, ‘gör’ denmesi ve neye ve nasıl bakılacağının da öğretilmesi bana çok manidar geldi.

Konu Altıncı Bürhan’a geldiğinde, Üstad, ‘Gel, bu geniş ovaya çıkacağız.’ diyor. Ve oradaki muhteşem müzeyyenata nazarlarımızı çeviriyor. “Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüz binler muhtelif mahlûkatın taifeleri, birbiri içinde beraber icat edilir, ruy-i zeminde yazılır; galatsız, kusursuz, kemal-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahman açılır, kaldırılır; taze taze gelir. Her bir ağaç birer tablacı, her bir bostan birer kazan hükmüne geçer.” denilerek, o faaliyetlerdeki harikalıklara dik- katler çekiliyor. Geçenlerde gençlerle bir dersimizde (24. Mektup) ‘o mu’cize-i harika-i kudret olan ağaç; o şuursuz, camit, basit maddelere havale edilmez.’ tabiri kullanılıyordu. Ağaca bir harika kudret mu’cizesi gözüyle bakmak ne muhteşem bir şey!

Sonra Üstad, elinden tuttuğu bu nazarı, “İşte o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, ta bütün etrafı görünsün.” diyerek, “bu acip memlekette acip işler oluyor. Her saatte hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.” uyandırıyor.

İlkbaharda Üstad, ‘gel’, ‘bak’, gör’ diyerek, bize tefekkür talimi yaptırıyor.

Okunma Sayısı: 3755
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah TUNÇ

    4.4.2018 12:45:36

    Evet,Risale-i Nur kaynaklı muhteşem bir tevhit dersi... Eserden müessire geçme,bakma,görme,idrak etme... Nakıştan,nakkaşa intikal etme,sanattan sanatkâra nazarları çevirme...Sathi bir nazardan,bakıştan derin bir tefekküre insanı sevk etme...üstadımız,''yüzeysellik,sathilik elim bir hastalıktır'' diyor. Derin bir tefekkürle bu yüzeysellik ancak tedavi edilebilir! Ülfet perdesi ancak böyle parçalanabilir. Rabbimizi bize tarif eden üç külli muarriften biri kâinat kitabıdır. Bu kitabı Risale-i Nur ile bu kadar derinden okuyan,gizli manaları ortaya çıkaran,öze ulaştıran ve oradan kâinat sahibine isal eden başka bir eser var mı bilmem? Risale-i Nur özü yakalamış.Kabuğu fena seyline sarıp etkisiz hale getirmiştir. Mevcudatı birer ayna kabul edip,bu aynalarda görüneni nazara veriyor.Her bahar bir sofra-i nimet ve esma-i Hüsnanın cilvelerinin ve parladığı bir alandır. Hem dakaik aşina nazarıyla cemaline bakıyor, hem de zişuurların nazarıyla baktırıyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı