Sadece gezmek bile kişi dünyasına ekonomi, gözlem, kültür, girişimcilik, dil öğrenimi, iletişim gibi onlarca farklı alanda gelişim sağlıyor. Onun için gezen ile gezmeyen arasında ciddi farklar olduğu biliniyor.
GEZİ: Gürcistan ve İran Gezi Notları - 2
Sebahattin YAŞAR
Grubumuz İskenderun, Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş şehirlerindendi. Yolculuğun ilk anlarında otobüs içinde oyun havaları, oynamalar ön planda olurken, yolculuk ve hukuk geliştikçe yaşlı insanlara yardım, onları incitmemek, çocuklarla hoşça vakit geçirmek gibi saygının geliştiği görüldü. Her farklı görüş de kendi düşüncesini yok etmeden, yeri geldiğinde hür olarak düşüncesini paylaştı. Herkes kendi kültürünün, inancının gereğini yaşadı ve diğerlerinden saygı, hoşgörü gördü. Yani namazlı insanlar, namazlarını gerek otobüste ve gerekse uygun zamanlarda yol boyu camilerde, mescitlerde eda ettiler. Yine otobüste dualar, cevşen okumalar, güzel temenniler ifade edildi. Zorluklara düştüğümüz durumlarda da hemen duaları harekete geçiren müteşebbislerimiz vardı. İnsanların birbirini gözetmeleri, bir taraf sinirlenince diğerinin onu teskin etmesi, genelde sükûnetin galip gelmesi güzel olandı.
Yolculuk ilerledikçe, ülkemizin turizm zenginliğinin, kültürel çeşitliliğinin, iklim renkliliğinin ne de önemli olduğunu anlıyorduk. Sadece ülkemizde her farklı bölgenin şehirlerinin ayrı ayrı gezilmesi ve oralarda bizzat yaşanılması, havasının teneffüs edilmesi, suyunun içilmesi, yemeklerinin yenilmesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak önümüzde duruyordu. Nitekim bu kanaatimiz iki komşu ülke gezisinden sonra daha bir pekişecekti.

Yöneticiler vatandaşa yük olmamalı, yükünü indirmeli
Türkiye’nin doğusundaki ülkelere bakınca Türkiye iyi, Batısındaki ülkelere bakınca kötü görünüyor. Yöneticilerin gelişmiş ülkeleri değil de ülkemizin kötü günlerini hatırlatması, bundan kaynaklanıyor olsa gerek.
Tabi ülkemiz açısından garip bir durum da, kendi vatandaşı kendi ülkesinin imkânlarından yeterince yararlanamazken, başka ülke vatandaşları gelip oldukça rahat bir şekilde bu ülkenin maddi ve manevi imkânlarından yararlanmaktadır. Yani yönetimler kendi vatandaşlarına hayatı ciddi ağırlaştırırken, başka ülke insanlarına kolaylaştırıyor. Oysaki, Gürcistan’da satın alınan araçlara vergi uygulanmıyor. Onun için otomobil kolay ulaşılabilen bir imkân, İran’da da kendi vatandaşına uygulanan petrol fiyatı, dışarıdan gelenlere göre çok daha ucuz. Türkiye’de ise ciddi vergi yükleri, enflasyon, hayat pahalılığı hayatı kendi vatandaşına yaşanmaz hale getiriyor. Oysa yöneticilerin işi hayatı zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak olmalı.

Heybetli, vakur duruşuyla Ağrı dağı'nı görünce otobüsümüzden inip, şöyle bir hatıra resim çektirmeden olmaz diyoruz ve bütün telefonlar kayıtlara başlıyor.
Gezi içerisindeki bir diğer durum, Gürcistan gibi, İran gibi farklı ülkelerin hayat tarzlarını görünce kendi içinde yaşadığımız ülkenin şartları, imkânlar daha iyi anlaşıldı. Karşılaştığımız zorluklar ve imkânsızlıklar Türkiye’nin içinde olduğu maddi ve manevi zenginliğini anlamaya katkı sağladı. Hayat standartları daha düşük ülkeleri görünce ve yaşayınca ülkemiziniçinde olduğu şartlara şükretme; ama İsviçre gibi ülkeleri düşününce de imkânlarımızın insanımıza hayatı kolaylaştırmamasına içerleniyor insan. Yani şükretmek için geriye, daha ileri sıçramak için de ileriye bakmamız gerektiği anlaşıldı. Bu yönüyle Türkiye’nin daha doğudaki ülkeler için bir model olduğu, batıya açılan bir kapı olduğu anlaşıldı.

Ağrı'da Hafız, İmam Mahmut kardeş ve iman arkadaşı ile görüşüyoruz ve hem şehri turlayıp hem de akşam Risale-i Nur sohbetine katılıyoruz.
Önce kendi ülkesinin kültürel zenginliği ile tanışmalı insanlar
‘Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.’ atasözü Türk Dil Kurumu’na göre, ‘İnsanlar aynı yerde kalmak yerine farklı yerlere gittiği zaman, bir ferahlık ve rahatlık hissederek sıkıntılarından kurtulur’ anlamına sahiptir.
Kaptanlarla beraber 48 kişi ile İskenderun, Gaziantep, Şanlıurfa olarak başlayan önümüzde kendi ülkemiz içinde ve dışarıda binlerce kilometrelik bir yol gözüküyordu. Biz de Şanlıurfa’dan grubumuzla bir noktada buluşarak, beklemeye başladık. Otobüsün gecikmeli gelişi soru işaretlerimizi arttırmıştı. Neyse ki aracımıza bindik ve dualar ile yolculuğumuz başladı. Yol arkadaşlarımız arasında ilkokul, lise, üniversite öğrencileri, çalışan bay-bayan gençler, genelde yaşı ilerlemiş karı-koca eşler, biraz da orta yaş içinde hanımefendi, beyefendiler vardı. Aslında bu görüntü de tam hayatı yansıtıyordu.
Yolculukta içinden geçilecek şehirlere bakıldığında onlarca görülmeye değer şehrimizle, ilçelerimizle, köylerimizle tanışmış olacaktık. Her ne kadar içinde yaşamasak da, içinden geçmek, genel durumunu görmek, şehri panoramik olarak gezmek bir kanaat oluşturacaktı.
Van şehrimize kadar gece yolculuğunda idik. Sabah saatlerinde ulaştığımız Van Gölü kıyılarında güneşin doğuşunun tabiatta oluşturduğu hareketlilik ve görüntüler bizi otobüsü durdurup fotoğraflar çekmeye sevk ediyordu. Bu harika manzaralara ilgisiz kalabilecek insan yoktu aramızda. Memleketimizin tabiat güzelliklerini tam olarak keşfedemediğimiz açıktı. Yetkililerin de bu zenginliğe gereken ihtimamı, yatırımı göstermediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Van Gölü kıyısında zaman zaman dinlenmek, fotoğraf çekmek için indiğimizde ortamın kirliği ve hiçbir yatırım yapılmaması üzüntü vericiydi.
Uzun yolculuk ve otobüs şartları herkesi yormuştu. Ağrı, yurt dışı çıkış öncesi ilk yatış mekanımızdı. Buradaki öğretmenevi oldukça güzeldi. Bu şehrimizde akşam turu yaparak şehrin havasını teneffüs ettik. Daha önce Urfa şehrimizde Yeni Asya Nur dershanesinde kalan hafız, imam Mahmut kardeşimizle whatssap fotoğraf paylaşımları vesilesiyle buluştuk. O akşam Ağrı İlim ve Kültür Vakfı’nda, yakındaki cami restore edildiği için namaz kılabileceğimiz yer olarak, bu medreseyi işaret ettiler. Biz de kendimizi Nur medresesinde bulduk, namaz kılıp, ardından Risale-i Nur dersi dinledik. Tabi buradaki kardeşlerimizle de samimice tanıştık, görüştük.
Yolculuğumuz boyunca Gürcistan sınırına varıncaya kadar İskenderun, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Silvan, Bitlis, Tatvan, Ahlat, Adilcevaz, Malazgirt, Patnos, Ağrı, Doğu Beyazıt, Ağrı dağı, Iğdır, Kars Ardahan, Posof, Türkgözü sınır kapısına kadar onlarca yerleşim yerini görmüş olacaktık. Ve bunlar büyük oranda gerçekleşti. Hatta giderken Van Gölü’nün bir kenarındaki ilçeleri dönerken de diğer kenardaki ilçe ve yerleşimleri gördük.

Tatvan'da gün doğarken güneşin göl sularındaki aksiyle oluşan davete ilgisiz kalamıyoruz ve fotoğraf makineleri, kameralar ve telefonlar onlarca bu müuhteşem güzelliği kaydediyor.
Sınır kapısı belli bir saatten sonra kapalı
Yolculuk halinin yeni gelişmelere açık olduğu anlaşılıyordu. Ağrı’dan çıkış yapacağımız sınır kapısının belli bir saatten sonra kapalı olduğu bilgisi gelince, bu sefer yön değiştirerek, Çıldır-Aktaş sınır kapına yöneldik. Böylece yolumuz daha da uzamış oldu ve biraz daha kıvrımlı yollar karşımıza çıktı. Hayvancılığın hakim olduğu karşılaşılan koyun ve büyük baş hayvan sürülerinden anlaşılıyordu.
Önümüzde sınırı geçtikten sonra Gürcistan Vale, Ahıska, Rabati, Borjomi,Gori ve Tiflis şehirlerini gezip görme planımız vardı. Azerbaycan kapıları kapalı olduğu için İran-Tebriz gezimizi yeniden Türkiye’ye girip Doğubayazıt ilçesinden İran’a girişimiz gerekiyordu. Dönerken Türkgözü sınır kapısından çıkışı ve bu hattı takip ettik. Burası daha kısa bir yoldu. Ama dönerken yüzlerce tırın yollarda bekliyor olduğunu ve şoförlerin yollarda yemek yapıp gruplar halinde yediklerini gördük. Bu da ayrı bir hayat tarzı idi. Allah yardımcıları olsun diyerek dualar ettik. Neticede gezide karşılaştığımız her şey bizim için bir birikim, tecrübe oluyordu.
Yurt dışı çıkış kapımız, Çıldır - Aktaş Gümrük kapısına yaklaştığımızda, dağlarda, ovalarda ilk bahar mevsiminin hakim olduğu dikkat çekiyordu. Yemyeşil tabiat, bembeyaz papatyalar, piknik ortamları, göl manzaraları derken hakikaten insan başını otobüsün penceresinden seyirden ayıramıyor, sürekli herkes telefonlarla o güzel kareleri kaydetmeye çalışıyordu.
İnsanların günlük yaşamda ne kadar farklılığı olursa olsun, doğallık, yeşillik, çiçekler, dağ ve ova manzaraları gibi konularda ortak temele sahip olduğu anlaşılıyordu. Herkesin elinde telefon ve camlardan bir kesit yakalamaya çalışması tabiata yansıyan İlahi sanata, estetiğe, güzelliğe olan ilgiyi gösteriyordu. Ortada bir gerçek var ki, insan güzelliğe meyilli yaratılmış. Bu güzellikleri, o nimetlerdeki sanatları, kokusuyla, deseniyle, rengiyle bir yüce Sanatkara vermesi, bu bakışları tefekküre dönüştürüyor ve adeta bir nevi ibadet haline getiriyordu.
DEVAM EDECEK