"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstişare açısından, ‘aidiyet ve mensubiyet’in hukuku

Sebahattin YAŞAR
22 Ekim 2012, Pazartesi
Bugün kendimi, ‘Kimlerle istişare yapılmaz?’ sorusunun cevabını aramaya hazırlıyordum. Çünkü bu dersi çalışmam için, kıymetli Soslu Ağabeyimiz, telefonda, neredeyse yarım saat, esprili de bir şekilde konunun çerçevesi ile ilgili bilgi verdi.

Sağolsunlar, her yazımızın dikkatli bir okuru ve müdakkik bir ilgilisi olduklarını, yazılarla ilgili telefonda ilettikleri detaylar kendini gösteriyor.
Biraz da aslında söylediğim şey bu, bir camiaya aidiyet duygusunun olması, bir dâvâya mensubiyet hassasiyetinin bulunması ve bu aidiyet ve mensubiyet içerisinde, camianın ve dâvânın alt-üst çizgilerini takip etmek böyle bir şey olsa gerek.
Yani duyarlılık.
Adam, hem camianın insanıyım diyor hem dâvânın mensubuyum diyor, ama ne aidiyetten bir alâmet, ne de mensubiyetten bir alâmet taşıyor.
Benim aidiyet ve mensubiyetten anladığım, aidi olduğun camianın ve mensubu olduğun dâvânın hukukunu dikkate almak ve o hukuk etrafında yaşamaktır. Yoksa, o hukuka zarar verecek tarzda adımlar atmak ve bir dâvânın kudsiyetine halel getirecek tavır ve tutumlar içinde olmak, yani süfli hisler ve cüz’i menfaatler için ihlâsı zedelemek oldukça ciddî bir durumdur.
İşte bu yapılmadığı takdirde, Bediüzzaman’ın, Yirmi Birinci Lem’a’da ifade ettiği, “Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsîye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mesul oluruz. Benim âyetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Sûresi, 41) âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebedîye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’ânîyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.” Ciddî tahlil, işte o aidiyet ve mensubiyet içinde olduklarını iddia edenleri daha derin düşünmeye ve dikkatli adım atmaya sevk ediyor.
Benim burada asıl dikkatimi çeken ise, “Hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’ânîyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsîyetine hürmetsizlik etmiş ol”mak hadisesidir.
Yani dünyevî işlerinde, kimse, mümkün mertebe bir ihmal yapmamaya gayret gösteriyor. Gerekirse birkaç yıl başka bir şehirde eğitim almak, yabancı dil öğrenmek, üç beş yılını verecek bir çalışma hazırlamak gibi pek çok şartlar hiç itirazsız yerine getiriliyor. Hatta gerekirse, kendi bilgisini ve tecrübesini aşan durumlarda uzman desteğine bile baş vuruluyor.
İşte aynı hassasiyetin belki daha da ciddî boyutunu bir maddî ve manevî hukuk ortamı olarak kabul edilmesi gereken ve ebedîlik tarafı bulunan bu ‘aidiyet ve mensubiyet’te de kullanmak gerekmiyor mu?
İş toplantılarına dakik bir şekilde katılan, işiyle ilgili on yıllardır bir kez bile olsun amirinden bir ikaz, bir ihtar almamış olan kişi, aynı hassasiyeti ‘aidiyeti ve mensubiyet’i olduğu camia için de taşıması gerekmez mi?
 **
Ne zaman ki, bir hak ve hukuk içerisinde bulunduğumuz dâvâ arkadaşlarımızı, resmîyeti ve ciddîyeti bulunan iş arkadaşlarımızdan ve onlarla aramızdaki ilişkileri de daha ileri ve daha ciddî tutmaya başlarız, o zaman ancak güzel gelişmeleri beklememiz söz konusu olabilecektir.
Dışa karşı, hatta hak etmeyen ehl-i dünyaya karşı nezaketli, kibar, iyi geçinen, hoşgörünün sınırlarını sonuna kadar kullanan, tatlı dilli, güzel sözlü, dinin de bu yöndeki emirlerini bu noktada çok iyi kullanan kişi, bir de bakıyorsunuz ki, aidiyeti ve mensubiyeti bulunan, iki dünya hayatında hukuku sorulacak olan mü’min kardeşlerine karşı kullanmıyor.
Bu tabloyu zaman zaman aile yapılarında da görmek mümkündür. Aile içinde kendini, duygularını kontrol edemeyen baba, anne modelleri, dışarıya karşı tamamen farklı bir model üretebilmektedir.
Bu ne acı bir tenakuzdur.
Oysa mü’min, içi dışı bir, güzel ahlâk onun her zaman özelliği olan ve onun elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği bir ahlâk insanıdır.
 **
Yazımızı çok güzel bir ‘istişare haberi’ ile bitirelim.
Hanımefendi kardeşimiz arıyor. ‘Hocam, istişare ahlâkı ve istişarecinin ahlâkı’ yazınızın da vesilesiyle, biz ailece evimizde ‘istişare’yi işletmeye başladık. Haftanın bir gününü evimizdeki bütün gündemleri konuşmaya ayırıyoruz. Evet, muzır maniler olmuyor değil, ama biz o manileri aşacak kadar kararlıyız. Oldukça güzel gelişmeler var. İkram saatini de toplantı saatinin ardından uyguluyoruz. Doğrusu kendimize geldik diyebilirim. Hatta pek çok olumsuz alışkanlıklarımızı da istişare ile törpülüyoruz. İstişarenin uygulanabileceği en güzel uygulama alanı, ailedir diyorum.
Evet, önceki yazılarımızda ‘evde demokrasi denemeleri’ olarak ilân ettiğimiz bu uygulamalar, hayat bulmaya devam ediyor.
Doğru, zaten evinde demokrat olmayanlardan, evinde istişare yapmayanlardan, aidiyeti ve mensubiyeti bulunan mü’minlere karşı ciddî adımlar içerisinde bulunmasını beklemek pek de uygun değil.
İştişarenin gelişmesi ve doğru uygulamalarının yaşanması gereken ilk yer belki de ailedir. Çünkü aile aynı zamanda eğitimin de ilk yuvasıdır. Her şey orada ekiliyor.
İstişare ile ilgili bolca telefon ve maillerin gelmesi iyiye alâmet.
Haydin bakalım, istişareyi hayatımızın her aşamasına katma duâsıyla.

Okunma Sayısı: 1250
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı