İnsan sosyal bir varlık. Yaratılışı yardımlaşmaya programlı. Dünyaya gelirken başlıyor yardımlaşma serüveni toprağa konuncaya kadar sürüyor. Tabiî burada da bitmiyor.
Canlı cansız bütün varlık âlemi bir dayanışma içinde. Güneşsiz gün, aysız gece, yıldızsız gökyüzü düşünemiyor insan. Külüne muhtaç denmiş komşu için.
Bitkiler hayvanlar, hayvanlar insanlar için iç içe örülü adeta. Her şey bir nakıştaki örgü bağları gibi birbirini gerekli kılıyor. İlmek ilmek bir dokuma seyrediyor âlemde. Hayat kalitesi denen şey örgünün ahengi gibi duruyor.
İnsanın muhtaç olduğu sayısız nimetler ve bunun gereği için ortaya çıkan sanatlar hep dokusu farklı insan gerektiriyor. Manevî hizmetler de öyle. Kimin, kimin ebedî hayatını kurtaracağını bilemiyorsun. Muhatabına ulaştırılacak mesajın kim tarafından, ne zaman, nasıl taşınacağı mesaj kadar önemli.
Alın sağınıza ‘bir’ insan, bir de solunuza, çıkın yola. İster sağda olsun isterse solda olsun, onların varlığı sizi daha değerli kılıyor. Sağına aldığınız size, soluna aldığınız da arkadaşına değer yüklemesi yapıyor. Ama her halükârda her ikisi de değer kazanıyor. Bir, on bir oluyor; on bir, yüz on bir. Böyle bir birliktelikte sıfır olmak yok. Onun için varlığı ile heyecan duyduğunuz kardeşlerin sayısı ne kadar çok olursa, o nispette kuvvetiniz, kıymetiniz, heyecanınız artıyor.
Oysa birilerini yok saymakta bu değer yok. Yok eden tenkitte, sadece bir yok etmiyor. Sağını solunu boşaltınca, kaybeden sadece o olmuyor.
Enerji taşımak için dikilmiş yüzlerce elektrik direkleri, birbiriyle bağlantılı olunca bir anlam ifade ediyor ve zaman, zemin aydınlanmaya başlıyor. Dağınıklığın, kopukluğun kimseye bir faydası olmuyor. Koluna gireceğin insanın varlığı, senin için de onun için de anlamlı. Sinerji, omuz omuza olunca meydana geliyor.
İnsan bu, garip işte, bazen kendini maddî ve manevî değerli kılanı yok ediyor, kendini tüketiyor. Başka bir varlık, böyle bir şeyi yapmıyor.
Kendi bedeninin organlarını tahrip eder mi aklı olan? Ama ediyor işte.