Manipülasyon, komplo teorisi ve son zamanlarda sıkça duyduğumuz Feknews gibi tabirlerden ne kadar nefret ettiğinizi tahmin edebiliyorum. Fakat maalesef, günümüz savaşının en alçak ve tesirli silâhları arasına girmişler. Dinsiz global sermayenin büyük paralarla kurduğu “medya tezgâhlarında” kullandığı bu silâhların; Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan daha dehşetli neticeler ortaya çıkardığını biliyoruz.
Amerika’nın –sözde- müttefikleriyle 1990’ların başında Irak Savaşı’na hazırlandığı zamanlardaki medyayı incelerseniz, o günden zamanımıza kadar burada can vermiş bir milyonu aşkın mazlumun yukardaki hükmümüzü tasdik ettiğini anlarsınız. Meşhur 11 Eylül ihtilâli ve cinayetlerini işleyen Neoconların elinde bu iğrenç silâhlar olmasaydı dayanabilirler miydi… Fakat en dehşetlisi de; hem Birinci Dünya Savaşı öncesinde, iki dünya harbinde ve hem de günümüze gelen bir çok savaşlarda; sosyalist ve fukara yandaşı geçinen komünistlerin, dehşetli kapitalistlerin emrinde işledikleri cinayetlerin söz konusu medyaca örtbas edilmesi değil mi?
Hindenburg’un savaşı araştıran bir komisyona verdiği ifadede ikrar ettiği “İhanet Hançerini” Alman milletinin araştırmasına Aşkenazlar fırsat vermediler. Wilhelm’den sonra devletin başına geçen Frederich Ebert’in zamanındaki Weimer Cumhuriyetindeki intikamcıların icraatlarıyla Almanya’nın Adolf Hitler ve ekibine mahkûm olduğunu da birçok Alman çocuğu bilemiyor. Zira İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa genelinde yürürlüğe koydukları “Antisemitizm” kanunuyla, araştırmacıların o dönemlere girişleri bir nevi yasaklandı. Ve ellerindeki medya ile hakikî Almanların üzerine yürüdüklerinden; sağdan soldan sızan bazı hakikatlerin neşrine de maalesef izin vermediler. Böyle bir kanun olmasaydı, araştırmacılar harp esnasındaki Spartakusçuların milleti nasıl ihtilâle sevk ettiğini, Troçki, Pavrus ve Lenin’in arkadaşları olan Karl Liebknecht, Rosa Lüksemburg ve İlluminatinin kurucusu Adam Weishaupt gibi militan Marksistlerin mahiyetleri de yazılıp- çizilecekti. Kasım 1918 Berlin Komünist devrimlerinin ta 1923’e kadar devam eden kalkışmaları, isyanları ve halkı canlarından nasıl bezdirdikleri herkesçe okunup öğrenilecekti. Hindenburg’un Prusya Savaşı sonrası madalya için gittiği Versaillers’da, Alman halkını tam yüz yıl mahkûm edecek anlaşmalara hangi sosyalist delegelerin katıldıkları bir bir ortaya çıkacaktı. Bu ihanetin kıvılcımlarıyla dünyamızın 1939’da yeniden tutuştuğunu o tarih sayfalarında gözlerimizle görecektik. Hepimizin bildiği üzere hem bu “ihanet hançeri” hadisesi ve hem de daha binlerce ihanetlerin üzerini antisemitizm kanunuyla kapattılar.
İstanbul ihanetinde de aynı senaryoyu görüyoruz. Ticani denilen bir grubun eline verilen balta, kazma ve çekiçlerle tahrip ettirilen bir-iki heykelden sonra, 5816 numaralı bir kanun ile, tarihimizin tam yüz yirmi üç senelik etabı zifiri karanlıklara mahkûm edildi. Osmanlı Hanedanının yerine nifak ile sessizce oturanlar, Osmanlı çocuklarının tarihe soru sormasını suç sayıyorlar… Ve sonra da iftira, tezvirat, yalan, istihza, itibarsızlaştırma ve bütün insanî değerlere saldırma üzerine yazılmış tarihlere bizleri mahkûm ettiler.
Bu kanun olmasaydı, Osmanlı’nın yerine kurulan gizli hanedanı herkes tanıyacaktı… Kemalizm ile komünizm veya Bolşevizm arasındaki yakın akrabalığı çocuklarımız öğreneceklerdi. İttihat ve Terakki’nin en önemli danışmanlarından Pavrus Efendi’nin organizesiyle Balkan Harpleri ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki acıklı hallerimizden milletimiz haberdar olacaktı. Türk Milliyetçiliğinin okulu Yusuf Akçura’nın “Türk Yurdu’nda”, Türk Milletinin aleyhine dönen dolaplarda kimlerin daha aktif olduklarını öğrenecektik. Ermeni tehcirini hazırlayan Talat ve Cavit Beylerin akıl hocası Pavrus Efendi’nin Ermenilere düşmanlığının nereden geldiğini ve bilhassa Talat’ın başlattığı” Millî İktisat”! projelerinin arkasına gizlenmiş “millî felâketlerin” mahiyetlerini modern iktisatçılarımızla beraber okuyacaktık.
Ne İstanbul’un kanaması ve sızısı 1909 baharında kaldı, ne de Berlin’inki 1918’in yazında bitti. Hindenburg’un kahramanca seslendirdiği ve maalesef aydınlarımızın hâlâ kabullenmekte ayak direttikleri zehirli hançerin acısı ve kanaması devam ediyor. Bu iki bahadır milletin yaraları bir türlü kapanmıyor. Domino etkisi yapan o ihanet, her iki millete karşı darbelerle devam ediyor. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin yıkılışı, Şark İsyanları, 27 Mayıs İhtilâli’yle masumların katledilmesi, 12 Mart Muhtırası ve bilhassa 12 Eylül cinayeti; bu ihanet zincirinin halkalarını teşkil ediyorlar.
Alman ve Avrupa tarihçileri, İkinci Dünya Savaşı’nı, Versaillers’da müttefiklerin dikte ettikleri anlaşma ile başlatıyorlar. Ve sonra parçalanmış, işgal edilmiş vatan… Askerî, idarî, siyasî ve ekonomik kısıtlamalarla ta 2012’ye gelmiş Almanya… Bu iki tarihî ve medenî şehrin uğradığı su-i kastlardaki tenasübü arz etmeye devam edeceğiz.