Teşhis, tedavinin yarısıdır, derler. Yiğit de düştüğü yeri tespit ettiğinde tekrar şahlanır. Bin sene boyunca sevgililer sevgilisinin izinde Kur’an’a bayraktarlık yapmış kahraman bir milletin; ne zaman, nerede ve nasıl tuzağa düşürüldüğünü çocukları bilmezlerse, babalarının katilleriyle el ele düşmanlarını arama gafletine düşebilirler…
Bundan kırk üç sene önce… Militan Kemalistlerin bin bir entrikalarla olgunlaştırdıkları bir darbeden bahsediyoruz. Darbe kelimesi manayı tam ifade edemiyor; ihtilâl, cinayet, demokrasinin idamı, dini-milli değerlerimizin imha süreci ve daha birçok kelimeler kullanmalıydık, 12 Eylül 1980 de demokrasiye yapılmış askeri müdahaleye…
Yeni Cami’de, vaizden Yahudiler ’in Mesih’e yaptıkları zulmün intikamını komşu Salomon’dan almaya kalkışan yeniçeri, “ ben henüz duydum” demiş. Biliyorum; bazılarımız, kırk üç sene öncesini karıştırmanın kime ne faydası var diyecek… Fakat bu dehşetli “milli helâkete götüren cinayeti” okuyan bazılarımız ise, biz henüz duyduk, diyerek gayrete geleceklerdir.
O dönemi yoğunca yaşamış; mazlumlarla ağlamış, nezarethanelerde sorgulanmış, ifadesi alınmadan aylarca tutuklu kalmış, bilâhak vazifesinden alınmış ve 12 Eylül’ü sağ ve sol militanlarınca olgunlaştıran ihtilâlcilerin mermileri arasında okula gitmiş bizim kuşağımızın vazifesi, ahirete geçmeden önce bu hakikati bayrağı devralanlara anlatmak olacak. Baba katillerini, düşman işbirlikçilerini, adi menfaati için mahallesini karşı tarafa pazarlayanları, üç paralık dünyaya dinlerini satanları ve en masumları olan hürriyet/demokrasilerini zilletli bir lokma ekmeğe tercih edenleri burada deşifre edecek değiliz. Zaten kahir ekseriyeti de, dosyalarıyla birlikte “ BÜYÜK MAHKEMEYE” sevk edildiler.
12 Eylül ihtilâlinin, milletimizin yaşadığı en münafıkane bir hareket olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu cinayeti Müslüman Anadolu halkına reva gören militan Kemalistlerin beyanlarını hatırlıyorsunuz. Devamı olan 28 Şubat’ta bir general, devrimin devamı için gereken balans ayarlarının zaman içinde yapılacağını SİNCAN’dan duyuruyordu. Bir YÖK başkanı, bu kırk sene zarfındaki zulümlerden idarecilerin sorumlu olmadıklarını ve bu icraatların “ 12 Eylülün ruhu” ile alakalı olduğunu söylüyordu. Yani 12 Eylül ihtilâlinin mahiyetini, maksadını, küresel aktörlerini ve hedeflerini bilemeyen çocuklarımızın “ Milli Bağımsızlıklarına” kavuşmaları imkânsız olduğundan; yiğit düştüğü yeri bilmeli ve oradan kalkmalıdır, diyoruz.
12 Eylül yalnızca bir askeri müdahalenin ismi değildir. Türkiye’nin yarım-yamalak bağımsızlığının kaybolması, zayıf da olsa demokrasimizin idamı, milletimizin servetinin zalim Avrupa kafirleriyle, Asya’nın dessas münafıkları arasında üleştirilmesi, Türkiye üniversitelerinin ilim-irfan yuvaları olmaktan çıkarılması, başta Kürtlük meselesi alet edilmek üzere, Alem-i İslâm’daki büyük nifak ve yangınların düşmanca kundaklanması, Türkiye’nin medeni AB mahfilinden uzaklaştırılarak istibdadın pençelerine teslim edilmesi ve dini-milli değerlerin bazı sefillerce adi menfaatlerde kullanılması gibi daha onlarca manayı tedai eden bir tabirdir, 12 Eylül…
Süreci Marksist-Kemalist ittifakınca devam ettirilen bu dehşetli programdan yarınımızı kurtarabilmek için 12 Eylül ihtilâlinin mahiyetini inşaallah öğreneceğiz.
12 Eylülün mahiyetini bilemeyenlerin, bundan böyle demokrasiye çalışmaları da imkânsız gibidir. Zira çoğu kez; o dönemin demokrasi münafıklarıyla iş tutma tehlikeleri olacaktır. Türkiye denilen bu mukaddes topraklarda babalarımızdan bize nelerin miras kaldığını ve çalınanları da bu vesile ile öğreneceğiz. Dede-babalarımızdan bize kalması gereken tapulu arazilerimiz, kültürel varlıklarımız, coğrafyamızın ruhu olan geleneklerimiz; harsımız, musikimiz,dilimiz, estetiğimiz, çizgimiz, mimarimiz ve folklorumuz… İşte bütün bu varlıkların mevcutlarını, arşivlerdek envanterleriyle karşılaştırabilmemiz için hem 12 Eylül öncesindeki zamanı ve hem de bu zilletli süreç içinde bu mazlum millete yaşatılanları, çocukları olarak öğrenmek zorunda değil miyiz?
İnşaallah devam edeceğiz…