Bazen hangi çağda yaşadığını anlayamıyor insan; savruluyor. Mahiyetine konulan latifelerin her biri ayrı âlemlere, ayrı çağlara açılıyor sanki..
İnsan küllî nazarıyla bütün varlık âlemini tefekkürle geziyor, mâzi ve müstakbele hayalen gidebiliyor. Bu, bazen ruhun hürriyet için kanatlanışıdır. Bazen de; an’dan kopuşu, zamandan ve mekandan kaçışıdır. Kalabalıklar içinde yalnızlığa çare arayışıdır. Kopuş, kaçış ve arayış...
Derin bir yalnızlık kuşatıyor toplumu. “İnsanların arasında, yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur” diyor şair.
Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor: Âhir zamanda ümmetim içerisinde en az bulunacak şey helâl para ve kendisine güvenilir arkadaştır. (Camiüssağir-1354)
***
Bencillik ilkelliktir. Çünkü insan fıtraten medenidir, sosyaldir. Asıl olan yardımlaşmaktır, paylaşmaktır, güvenilir dost olmaktır.
İnsan bir dostuyla konuşup görüşmese de; seneler sonra buluştuğunda kaldığı yerden devam edebiliyorsa, bu gerçek dostluktur. Ancak birlikte vakit geçirilmezse, yeni anılar biriktirilmezse ister istemez dostluk zayıflayabiliyor.
Gönül rahatlığıyla sıkıntılarımızı paylaşacağımız kimseyi bulamıyoruz eskisi gibi. Başkalarının seslerine kapatıyoruz kendimizi, başkaları da kendini bize kapatıyor haliyle. Samimi bir dost bulmak gittikçe zorlaşıyor.
Komşu komşuya dert arkadaşı olmuyor artık. Çünkü herkes kendisiyle çok meşgul. ‘Daha iyi bir anı kaçırıyorum’ korkusuyla hayatına yön vermeye çalıştığı için, bir arkadaşının problemini dinlemeye ya da sıkıntılı döneminde yanında olmaya bile tahammül edemiyor. Halbuki anı/hazzı yakalama çabası, sadece kendimizi düşünme ve günümüzü kurtarma telaşesi bizi mutlu etmiyor.
***
Hayatında ‘ötekini kovunca,’ insanlar hayattan ve birbirinden süratle uzaklaşıyor. Birbirinden kopuk ama, neredeyse aynısı gibi yaşamak yaygınlaşıyor. Bu insanları çok şeyden mahrum bırakıyor: Var olduğu dünyanın başkalığından, farklılıklardan, anlatıdan, tecrübeden, aşktan, gizemden ve sırdan...
Ötekiliğin, dostluğun, hatta düşmanlığın kaybolması hayatı anlamsız ve cansız kılıyor. Her şey çabucak kayboluyor. Otoyoldaki arabalar gibi, hızla geçiyor insanlar hayattan, pek de bir şey anlamadan...
Oysa bir zamanlar insan insanın aynasıydı, yurduydu.. Birbirinin zehrini alırdı.. insan insanın şifasıydı.. İ. Sadri’nin ifadesiyle:
“Başımız ağrırdı komşumuz vardı/ Gönlümüz daralırdı komşumuz vardı/ Çorbamızı, umutlarımızı, memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız vardı.” Eskiden..
***
“Uzun süredir görünmüyorsun” dedim bir dostuma.
“Ne kimsenin gözüne görünmek, ne de kimseyi görmek istiyordum. Bu gibi durumlarda başkaları ne yapar bilmem, ama ben yalnızlığı ararım. Üzüntümü kimseye belli etmem. Herkesin derdi kendine yeter. Dişimi sıkar, üzüntümün geçmesini beklerim” dedi. Üzüldüm, aramadığım için utandım.
‘Bilmezler’ diyor, Orhan Veli. ‘Bilmezler yalnız yaşamayanlar/ Nasıl korku verir sessizlik insana/ İnsan nasıl konuşur kendisiyle/ Nasıl koşar aynalara/ Bir cana hasret/ Bilmezler.’
Eğer nesebî kardeşten daha ileri nur kardeşleriniz, dostlarınız varsa; şükretmek kıymetini bilmek gerek. Arayıp sormak, birlikte zaman geçirmek, yeni anılar biriktirmek için hâlâ fırsat var.. Son sözü yine bir şair; Tanpınar söylesin:
“Baksak aynalara/ Tanır mıyız kendimizi/ Tanır mıyız bu kaskatı/ Bu zalim inkârın arasından/ Sevdiklerimizi?”