Giresun’dan Sündüs Akar: “Nefiy dahi iki kısımdır: Birisi: “Has bir mevkide ve hususi bir cihette yoktur” der. Bu kısım ise ispat edilebilir.” (Şualar, s. 123) Bu kısım ispat edebilir dediğinde ne demek istemiştir? Açar mısınız?”
Hak Üstündür
İmanla küfür, hidayetle dalâlet, doğrulukla yanlışlık, Hak ile bâtıl Hazret-i Âdem’den (as) beri iki ayrı kutup hâlinde, hep biri biriyle mücadele ede gelmişlerdir.
Bunlardan iman, hidayet, doğruluk ve hak tarafı, hakikati esas almış; çeşitli ispat, ikna, tespit, burhan ve delil yollan ile her defasında hakkaniyetini ortaya koymuştur.
Sözgelişi, Hazret-i Salih’te (as) o günün insanlarının fehmine göre “kaya’dan kırmızı deve çıkarmak” şeklinde tecelli eden hakkın ispatı, Hazret-i Muhammed’e (asm) geldiğimizde mucize olarak âhir zaman ümmetinin anlayış seviyesine uygun biçimde sözde, edebiyatta, ilimde, ahlâkta ve akılda muhtelif ispat ve delil yolları ile kendini göstermiştir.
Meselâ Kur’ân’ın hâlâ aşılamayan kelâmî, edebî ve ilmî mucizesi… İslâmiyet’in hâlâ önüne geçilemeyen; bununla beraber, tazeliğinden hiçbir şey kaybetmeyen ve gün geçtikçe gençleşen medenî değerlerinin, insanî ölçülerinin ve cihanşumul kriterlerinin her zamanda, her mekânda “geçerliliği ve üstünlüğü” mucizesi… İman hakikatlerinin akıl, burhan, ilim, tahkik ve tetkik ile gün geçtikçe kendisine daha zengin ve daha yeni ispat ve delil yollan bulması ve her geçen gün hakkaniyetinin “doğrulanması” mucizesi… Bunlardan sadece bir kaçıdır.
Kör İddialar Serisi
İmanın elinde bulunan bunca kanıta karşı, küfrün ve dalâletin elinde ne vardır? Kanıt ve delil var mıdır? Hayır!
İslâmiyet’in dava ettiği “iman esaslarının” zıddı olan “küfür ve dalâlet fikirleri” henüz aklın, ilmin (bilimin), iz’ânın, insafın vicdanın sağ duyulu ölçüleriyle ispat edilebilmiş değil.
Meselâ “Allah’ın varlığı” davasının doğrulanması binlerce delil ve kanıt ile sağlanmış iken; insanları küfre sürükleyen “Allah’ın yokluğu” iddiası bunca yıldan beri zandan, vehimden, şekten, şüpheden, adem-i kabul veya kabul-ü ademden öteye geçebilmiş değil. Yani “küfür, inkâr ve dalâlet” hâlâ ispat, kanıt ve delil bekleyen bir “kör iddialar serisi” niteliğindedir.
Küfrün Keyfiyeti
Bediüzzaman Hazretleri küfrün inkârın ve dalâletin “keyfiyetini” tahlil ediyor ve iki ana kısma ayırıyor: 1-Adem-i Kabûlcüler. 2-Kabûl-ü Ademciler.
1- Adem-i Kabul: Adem-i tasdiktir. Yani kabulün, imanın ve tasdikin olmamasıdır. İmansızlıktır. İman hükümlerini nefiy ve reddetmekten ibarettir. İnanmamaktır. Hakkı kabul etmemektir. Hakikati görmemektir. Doğrudan yüz çevirmektir. Hidayeti terk etmektir.1 Bir lakaytlıktır. Bir göz kapamaktır. Cahilâne bir hükümsüzlüktür.2
Bu yol kolaydır. Çünkü gözünü haktan çevirdin mi, zaten sefahati görürsün. Sefahat ise nefse hitap eder, ispat ve delil istemez ve çabuk aldatır.
2- Kabûl-ü Adem ise: Dünyada en zor şeydir. Hatta tam bir çıkmaz sokaktır. Çünkü bu, sadece “inanmamak” değil; “yokluğun kabulüdür.” İtikadi ve fikrî bir hükümdür. Yani imanın aksine hükmetmektir. İmanın zıddına bir yol açmaktır. Hakkın aksini ispat etme davasıdır.3 İnkârdır.4
İşte bu yol ispat ve delil ister. Yokluğun ispatının yapılması ise mümkün değildir. Birincisi ispat istemez. Kişinin kendi tercihidir. Ama ikincisi bir hükümdür, bir fikirdir; ispat ister. Binaenaleyh, bu ikinci yoldakiler “yokluğu” ispat edemedikleri zaman “varlığa” inanmak zorundadırlar!
“Fakat has bir mevkide yoktur” iddiası ispat edilebilir. Mesela evde falanca nesne yok diyen birisi bütün evi arayıp göstermekle iddiasını ispat etmiş olur. Ama aynı nesnenin dünyada olmadığını ispat etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü bütün dünyayı tarayıp göstermek neredeyse imkansızdır.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 82., 2- Mektûbât, s. 302., 3- Lem’alar, s. 82., 4- Mektûbât, s. 302