Önce Tanım
Kıyl-ü kaal etmek, kelime manası itibarıyla saf olarak “dendi ve dedi” gibi manayı karşılar. Istılahta ise “dedi kodu etmek” demektir. Boş boğazlık etmek, arkadan konuşmak, gıybet etmek, üzerimize vazife olmayan işlerde konuşmak gibi anlamları da vardır.
Resulullah Efendimiz buyurdu ki: “Gıybet, din kardeşinin yüzüne karşı söyleyemediğin şeyi arkasından söylemendir.”1 Diğer hadislerinde Resulullah Efendimiz (asm), “Gıybet, din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır.”2
Kur’ân’da da buyurulur ki: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin günahını araştırmayınız. Bir kısmınız bir kısmınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz! Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul eden ve acıyandır.”3
Şu hâlde, bir Müslüman’ın kusurları, onun gıyabında, başkasının yanında tartışılmayacak, araştırılmayacak, soruşturulmayacak. Bu gıybet olur, tabir-i diğerle dedikodu olur. Konuşulan kimselerin yabancı olmaları, orada onun gıybetinin yapılabileceği anlamına gelmiyor.
Hangi konuşmalar kıyl-ü kaal sayılmaz?
Üstad Said Nursî Hazretleri dört durumda gıybet günahının olmadığını bildirir. Bu sınıflar özetle şunlardır:
1-Birisi, zarar gördüğü birisinden hakkının alınması için, onu, görevliye veya ilgiliye şikayet edebilir.
2-Kendisiyle ortak iş yapılmak istenen kişinin mesleğe yatkınlığı, iş kabiliyeti, tutumluluğu, güvenilirliği, huyu, suyu... vs. ile ilgili olarak sıhhatli bilgi temin etmek ve ona göre doğru hareket etmek amacıyla soruşturmak câizdir.
3-Tahkir, tezyif veya teşhir maksadıyla değil, adı veya başka sıfatı bilinmeyen bir kişiyi, onu tanımayanlara tarif etmek ve tanıttırmak maksadıyla “topal adam”, “gözlüklü genç”, “eli yaralı olan”, “ak sakallı”, “kırmızı saçlı”, “mavi eşarplı” gibi vasıflandırmalar gıybet sayılmaz. Ancak bu vasıflandırmalar hakâret etme, alaya alma, hafife alma ve teşhir etme gibi amaçlar taşıyorsa, tanımayanların yanında da olsa gıybettir, dedikodudur, kıyl-ü kaaldir ve haramdır.
4-Fâsık-ı mütecâhir olan, yani fenâlıktan sıkılmayan, işlediği seyyiatla iftihar eden, zulmünden lezzet alan, utanmayan, Peygamber Efendimiz’in (asm) ifadesiyle, “açıkça günah işlemekten haya etmeyen”4 kimselerin ardından konuşmak gıybet değildir.
Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet salih amellerin sevabını yer bitirir.5
Zannın Bazısı
Sakınılması emredilen “zannın çoğu”ndan maksat gıybettir. Müslümanların birbirlerinin gizli ve özel hallerini ve günahlarını araştırmaları ve birbirlerini çekiştirmeleri haramdır. Çünkü öyle günahlar vardır ki, kul ile Rabb’i arasında bir sırdan ibarettir. Kul pişman olmuş; Rabb’i setretmiştir, yani örtmüştür. Kul nedâmet duymuş; Rabb’i bağışlamıştır. Kul tevbe yapmış; Rabb’i affetmiştir. Üçüncü bir şahsın araya girip, kulun günahlarını tek yanlı ve keyfî olarak deşifre etmesi İlâhî hikmete, irâdeye, rahmete, inâyete, mağfirete ve muhabbete uygun değildir.
Cenab-ı Hakk’ın bir ismi Settâru’l- Uyûb’tur ve bu isim kullarının günahlarının gizli kalmasını ve ifşâ edilmemesini iktizâ eder. Gıybet ise bu İlâhî sır ve hikmetle bağdaşmaz ve çelişir. Çünkü gıybet, günahı ifşâdan başka bir şey değildir. Günahların ifşâsında zaten hiçbir feyiz ve kemâlât yoktur.
Cenab-ı Hakk’ın “zannın bazısı” ifadesiyle hariç tuttuğu kısım ise, bardağın dolu kısmı olan hüsn-ü zandır ki, günah değildir, teşvik edilmiştir, hayırdır, kemâlâttandır, feyiz vericidir, sevaptır.
Dipnotlar:
1- Câmiü’s-Sağîr, 4/1489
2- Câmiü’s-Sağîr, 3/1242
3- Hucûrât Sûresi, 49/12
4- Câmiü’s-Sağîr, 4/1550
5- Mektûbât, s. 267, 268